01.12.2012 Views

Adressiz Sorgular

Adressiz Sorgular

Adressiz Sorgular

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

İstanbul'da, sabıka kayıt dosyaları Sirkeci 2'nci Şube'de tutuluyor. Orada benim esas kimliğim ile kaydım<br />

vardı. Tahsin'in de sahte bir kimlikle kaydı varmış. Önce eski parmak izlerimiz yenileri ile karşılaştırıldı.<br />

Bir komiser:<br />

– Bak senin parmak izin Sezai Ekinci'ninki ile aynı. Niye ismini kabul etmiyorsun?<br />

– Parmak izinden falan anlamam, benim ismim Yakup Bıyık. Sonra ikimizi, fotoğraf çekmek, yeniden<br />

fişlemek için bir bölüme aldılar. Bizleri gören polisler merak edip başımıza toplanıyor; 1'inci Şube<br />

polislerine "bunlar neci? Niye getirdiniz?" diye soruyorlardı. "Foto":<br />

– Bunlar isimlerini kabul etmiyorlar. Parmak izine getirdik, dedi. 2'nci Şube polislerinden birisi:<br />

– Yahu bir Mehmet Fatih Öktülmüş vardı... Tam burada "Foto" araya girip:<br />

– Bunlar da onun örgütünden. Bunların örgütünün adamları isimlerini kabul etmiyorlar. Sonra 2'nci<br />

Şube polisi sözüne devam etti:<br />

– Arkadaş, adam babasını tanımıyor. Kayınpederini tanımıyor. Kendi fotoğraflarını gösterdik. Ona da<br />

"tanımıyorum" dedi... Buradayken tuvalete gitmek istedi. Biz de götürdük. Kendimiz dışarda kaldık.<br />

Arkasından da karısını içeri yolladık, bakalım ne yapacak, diye. Arkadaş! Adam dönüp de karısına<br />

bakmadı. Tek laf söylemedi.<br />

Bunları büyük bir şaşkınlık ve hayretle anlatıyordu. Küçük beyni Fatih'in davranışlarına anlam veremiyordu.<br />

Gayrettepe'de tüm işkencecilerin ağzında "Fatih" ismi vardı. Beni ve Tahsin'i, ilk zamanlar<br />

birbirlerine tanıtırlarken "Bunlar Mehmet Fatih Öktülmüş'ün örgütünün adamları" diyorlardı. Orada<br />

Fatih ismi direnmenin simgesiydi.<br />

KÜÇÜK BİR DİKKATSİZLİK VE HATA<br />

Gayrettepe'deki son günümde (109'uncu gün), öğleden önce, beni yine büro tipi döşenmiş odaya götürdüler.<br />

Ellerimi, gözbağımı çözdüler.<br />

– Şu kağıdı imzala.<br />

– Nedir bu?<br />

– Seni Ankara'ya yollayacağız. Bizdeki eşyalarını teslim aldığına dair bir kağıt.<br />

Yarım dosya kağıdı büyüklüğündeydi. Yanlamasına iki veya üç satır daktilo ile yazılmış yazı vardı.<br />

Okumaya çalıştım. Ama gözlerim ışığa hemen alışamadığı için yazıları tam olarak okuyamıyordum.<br />

"Okuman zayıf mı?" filan gibi laflarla beni acele ettirmeye çalışıyorlardı. Bu aceleciliğin sebebini o<br />

anda anlayamamıştım.<br />

Okuyacağımı düşünerek göz göre göre hileye kalkışamazlar herhalde inancıyla okuyormuş gibi yaptım.<br />

Sonra kağıdın alt kısmına oldukça kötü bir biçimde "Y. Bıyık" yazdım. Hemen ardından:<br />

– Bak! Bu imza sahte. Kendi imzan değil. Eğer kendi imzan ise aynısını bir de şuraya at bakalım diyerek,<br />

biraz önceki kağıdın büyüklüğünde boş bir kağıdı elimin altına uzattılar.<br />

Daha neyin ne olduğunu anlayamadan, saf saf "Hayır kendi imzam" diyerek o kağıda da (Y. Bıyık)<br />

diye yazdım. Yazar yazmaz da içime bir kurt düştü.<br />

Sonra beni yeniden odaya zincirlediler. Düşünmeye başladım. Kendi kendime çok kızıyordum. "Ulan<br />

sen ne aptallık yaptın! Basit bir numarayı yuttun...". "Acaba boş kağıdı ne yapacaklar?" Bu soru beynimi<br />

kurcalayıp durdu. Kendimi "Nasıl olsa bu küçük kağıda fazla bir şey yazamazlar. Hem imza da<br />

128

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!