You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
100<br />
PETER IMBUSCH<br />
kaderiyle ilgili olarak ortaya attığı soruya cevap bulabilmek için, Alfred Weber<br />
tarihsel süreci, kendilerine ait varlıkları, kaderleri ve fizyonomileri bulunan değişik<br />
büyük kültür çevrelerinin, yanyana, ardarda ya da üstüste gelişimi şeklinde<br />
kavrar. A. Weber’in ‘üçlü’ gelişme süreci, toplumsal yapıyı (insanların doğal<br />
ortak yaşantı biçimi, ekonomik ilişkiler, toplumsal tabakalaşma ve egemenlik<br />
ilişkileri ile siyasi örgütlenme biçimleri), uygarlık sürecini (genel rasyonelleşme<br />
süreci, doğaya düşünsel egemenliğin artışı ve teknikleşme süreci) ve kültürel<br />
gelişmeyi (edebiyat, sanat, müzik ve din alanlarında ortaya çıkan ve estetik ve<br />
ruhsal değerler ile anlamlandırışları içeren özgül yaşamsal dışavurumlar) kapsar.<br />
Bu anlayışa göre uygarlık süreci, ilerici, çizgisel, evrensel, geri dönüşümsüz<br />
bir süreçtir, bütün tarihsel oluşumlar bu sürece katılır; ancak, kültürel alanda<br />
bu tür bir ilerleyici süreç bulunmaz, çünkü kültür alanında belirli bir tarihsel<br />
oluşumun ya da bir toplumun özgül yönleri ifadesini bulur. Toplumsal sürecin<br />
özel gelişim seyri ya da yönü konusunda pek fazla bir şey söylenmese bile, bunların<br />
uygarlık sürecine bağlı olduğu anlaşılmaktadır (Alfred Weber, 1935/50).<br />
Sosyolojik görüşlerinde görülen (uygarlık süreci ve toplumsal süreç açısından)<br />
Aydınlanmacı unsurlar ile (irrasyonel ve öngörülemeyen şeyler, kültürel<br />
hareket açısından) Aydınlanma karşıtı, özcü unsurların ‘paradoksal bir karışımı’na<br />
rağmen Alfred Weber, gerek Birinci Dünya Savaşı, faşizm ve İkinci Dünya<br />
Savaşı, gerekse Stalinizm gibi, döneminin sorunlarıyla ilgilenen birkaç sosyologdan<br />
birisidir. Yaşadığı çağın krizini, varoluşunu anlamlandırma ve değerlendirme<br />
yeteneğini yitirmiş bulunan Avrupalı insanın bir kültür krizi olarak görürken,<br />
ani toplumsal gelişim ve yaşam alanlarındaki kaçınılmaz bürokratikleşme<br />
sonucunda ortaya çıkan ve uygarlık sürecindeki tehlikeli eğilimler (bilimsel<br />
teknik ilerleme) nedeniyle ağırlaşan derin kimlik ve kişilik dönüşümlerine işaret<br />
eder. İnsanoğlunun düşünsel bunalımı, nihilizm, kaybolan değerler, işlevcilik<br />
ve bütün bunlara bağlı olarak önemli kültürel ürünlerin çıkmaz oluşu, kendi<br />
deyişiyle ‘dördüncü insan’ın ortaya çıkmasına yol açar. Bu ‘dördüncü insan’, insancıl<br />
olan, insan onurunu gözeten ve birlikte yaşadığı insanlara karşı sorumluluk<br />
duyan ve kültürel köklerini Hıristiyanlıkta, Hümanizmada ve Aydınlanmada<br />
bulan Batılı ‘üçüncü insan’ın yerini alır. Kişilik ve karakter açısından bütünsel<br />
bir özelliğe sahip bu ‘üçüncü insan’a göre ‘dördüncü insan’ parçalanmış bir<br />
kimliğe sahiptir ve “denetleyici ve bütünleyici bir odağa sahip olmayan, parçalı<br />
ve çoğulcu bir varlıktır” (Kruse, 1990). Yani ‘dördüncü insan’ totaliter diktatörlerin<br />
(ve modern ölçülerde kolektif şiddet uygulamalarının) aradığı ideal kişiliktir.<br />
Bu yönetim biçimleri Weber’e göre, bürokratik toplumun evrim çizgisinin devamında<br />
ortaya çıkar ve Avrupa’nın düşünsel krizinde nasyonal sosyalist ve Bolşevik<br />
varyasyonlarında görülür (Alfred Weber, 1943, 1946, 1953).<br />
Weber’in Dünya Savaşları, nasyonal sosyalizm ve Bolşevizm çözümlemeleri<br />
şaşırtıcı bir şekilde çokkatmanlı olduğu gibi, mantıksal olarak kendi kuramsal<br />
çatısına da uygundur. Barbarlığın neden bu kadar çok yerde görüldüğü ve tek-