You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
204<br />
ÇİLER DURSUN<br />
c. Tarihin postmodern kavranışı<br />
Gelecek ufkunun daraltılmışlığı ve geçmişin nostalji olarak kavranışı, tarihin<br />
postmodern kavranışının tüm karakteristikleri değildir elbette. Çünkü tarih,<br />
geçmiş demek değildir. İkisi farklı şeylerdir. Tarihin, ne olduğuna ilişkin postmodern<br />
bir yaklaşıma en iyi örneklerden birini Keith Jenkins’in anlatımlarında<br />
bulmak olanaklıdır: “Tarih, dünya hakkında bir dizi söylemden biridir...Dünyanın,<br />
tarihin soruşturma nesnesini oluşturan bölümü, geçmiştir...Bildiğimiz geçmiş,<br />
her zaman olumsaldır; kendi görüşlerimize, ‘şimdimiz’e bağlıdır. Tarih, asla<br />
kendisi için değil daima birileri içindir” (Jenkins, 1997: 1-30). Jenkins, tarih<br />
nedir sorusunun yerine “kim için tarih?” sorusunu geçirdiğinde, modern tarih<br />
kavrayışının nesnellik alanını yerinden etmektedir. Ona göre insanlar, bugünlerinin<br />
ve yarınlarının köklerini dünde bulmak ihtiyacındadırlar. Güncel varoluşlara<br />
ilişkin açıklamalar ve geleceğe ilişkin programlar, hep bu geçmişler içinden<br />
yapılmaktadır. Bu geçmişler ise, toplumsal oluşumda en fazla güce sahip olanlar<br />
tarafından kurulmakta ve meşrulaştırılmaktadır (Jenkins, 1997: 37). Tarihteki<br />
hakikat ve benzeri ifadeleri, yorumlar açmanın, düzenlemenin ve kapamanın<br />
araçları olarak gören Jenkins, bir yandan da geçmişsizlik görüngüsünü tekellerine<br />
alan ve yeniden betimleyerek kendilerine yarar sağlayan bir duruma getiren<br />
postmodernistleri eleştirmektedir (Jenkins, 1997: 78). Yaşanılan dünyayı anlamaya<br />
yardım edecek bir tarihten çok, bir dizi şimdiki zaman tarihi, Jenkins’in<br />
tarihi yeniden düşündüğünde ayırt ettiği özelliklerdir.<br />
Tarihe daha radikal bir yaklaşım, yine Baudrillard’ın görüşlerinde belirmektedir:<br />
“Tarih, yitirmiş olduğumuz bir gönderenler sistemidir; yani tarih bize özgü<br />
bir mite dönüşmüştür” (Baudrillard, 1998a: 61).<br />
“Tarihimizi kaybettik, bundan dolayı tarihin sonunu da kaybettik” (Baudrillard,<br />
1998b: 5). Bu saptamasını, zamanın artık ileriye doğru sayılmadığını, bir<br />
kökenden başlamadığını ancak bir bitişten/sondan başladığını tespit ettiği<br />
2000 yılı sendromu ile desteklemektedir. Dijital saatlerle bugünden 2000’e doğru<br />
geriye saymak, ilerlemeci dünya görüşünün çöküşünün açık göstergesidir.<br />
Bu geriye sayış, aynı zamanda dünyanın otomatik bir gözden kayboluşunun da<br />
şifresidir. “Ve tarih kendi sonuna ulaşmadığında konuşacak bir tarih de yoktur”<br />
(Baudrillard, 1998b: 4).<br />
Guy Debord’un tarih eleştirisi ise, yine sınıflarla bağlantılıdır: “Egemen sınıf<br />
kaderini bu şeyleşmiş tarihin sürdürülmesine, tarih içindeki yeni bir devinimsizliğin<br />
sürekliliğine bağlamak zorundadır” (Debord, 1996: 82). Bu devinimsizlik<br />
gereksiniminin, geçmiş ve gelecekle bağlantısız bir şimdicilik ile karşılandığı,<br />
postmodern tarih kavrayışına ilişkin yaygın eleştirilerden biridir. Bu bağlantısızlık,<br />
geleceğin ütopyalarının yitimiyle ve geçmişin nostalji olarak yaşanması<br />
ve yaratılmasıyla kendini göstermektedir. Nostalji, varolandan ve şimdiden geçmişe<br />
yönelen ve geçmişi yaratan bir aşkınlığı öne sürer (Tester, 1993: 64). Dola-