19.12.2017 Views

dergi

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

240<br />

felik konusunu gündeme getiren İslâmcı entelektüel çevreler arasında dahi tartışma<br />

ve münakaşalara yol açan nokta, Hilafet’e işlerlik kazandırma yolunda<br />

dayanılabilecek kuramsal-hukuksal alt yapının bir türlü oluşturulamamış olmasıdır.<br />

46<br />

Geç-Osmanlı döneminde halifeliğin papalıkvari mahiyette ve sultan-halife<br />

nitelemesiyle “kırılgan” biçimde “ihya”sından 1924’te yeni Türkiye’nin izleyeceği<br />

yolu belirleyen siyasal ve toplumsal projenin dışında bırakılarak “ilga”sına<br />

uzanan süreç, aslında daha geniş bir bağlamda 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren<br />

birbiriyle at-başı giden panislâmizm ve milliyetçilik cereyanları arasında<br />

süregelen ve ipin “milliyetçilik” tarafından göğüslenmesiyle sonuçlanan yarışın<br />

bir izdüşümü olarak da okunabilir. Yüzyıllardır “dinlenme”de olan hilafet nosyonunun<br />

önce Yeni Osmanlılar sonra da II. Abdülhamit tarafından Osmanlı<br />

sosyopolitik gündeminin merkezine taşınması, panislâmizm ya da, daha yerli<br />

bir deyişle, “İttihad-ı İslâm” düşüncesi ve siyasetinin bir gereğiydi. Halifelik kurumuna<br />

ve Osmanlı Hilafeti’ne ilişkin duyarlılığın böylesi bir ideolojik arkaplândan<br />

beslendiği söylenebilir. Aynı dönemde mevcut olan ancak fazla rağbet<br />

görmeyen milliyetçilik (Türkçülük) hareketi ise Birinci Dünya Savaşı sonrası süreçte,<br />

savaşın acı deneyimlerinin de eşlik ettiği bir kararlılıkla tek geçerli seçenek<br />

olarak siyasal ve düşünsel iklime giderek nüfuz edip, sonuçta da iktidar oldu.<br />

Bu gelişmeye bağlı olarak, hilafet, önce bazı stratejik kaygılarla yeniden<br />

“dinlenme”ye alınır gibi olduysa da Türkçü-etnisist bir ideolojik temelde yükselen<br />

ulus-devlet Türkiye’nin katetmekte olduğu yolda, onun, bir zamanlar Memlûk<br />

dönemi Mısır’ında veya Yavuz’dan sonra Osmanlı’da olduğu şekilde bir ek<br />

meşruiyet dayanağı olarak yedeklenmesinin dahi imkansızlığı çok geçmeden<br />

anlaşıldı. Çünkü Yerküre’nin yeni ortaya çıkan ve Türkiye’ye de yansıyan çehresine<br />

bakıldığında, “Hilafet” artık taşınamayacak bir “zevait”ti. Böylece Türkiye<br />

dışına atılan sembol, İslâm dünyasının geri kalan kısmında, özellikle de Arap<br />

Orta Doğu’sundaki ihtiraslı ama iktidarsız yöneticilerin birbirlerine karşı egemenlik<br />

arayışları içerisinde ve dünya üzerindeki etkin iki süper gücün nüfuz<br />

mücadelesi çekişmesinde kimseye “yâr” olmadı (krş. Georgeon, 1990: 33).<br />

Son olarak şunlar söylenebilir: Tarihsel süreç içerisinde İslâm coğrafyasında<br />

46 İslâmiyet’te halifeliğin pozisyonu ve yapılanmasını açık seçik kılmak için geliştirilmeye çalışılan<br />

hukuksal çerçeve denemelerinin, esas itibarıyla, mevcut iktidar mekanizmalarına tâbi kaldığı ve<br />

bu mekanizmaların işleyiş mantığının bir tercümesinden ibaret oldukları söylenebilir. Örneğin Hilafet’i<br />

hukuksal açıdan ele alırken ve kurumun İslâm’da yerini temellendirirken akla gelen ilk isim<br />

olan Maverdi’nin bu açıdan temel başvuru kaynağı olan eserinin en dikkat çekici yanı, “zor kullanarak<br />

hakimiyet kuran emirlerin halife tarafından tanınması” şeklinde “de facto idarelere hukuki<br />

mahiyet verme”yi kayda düşen bir ilkenin bulunmasıdır (Güngör, 1986: 170-171). Abbasi Hilafeti’nin<br />

güçten düştüğü ve çevresindeki sultanlıklara karşı acz içinde olduğu bir dönemde yaşamış<br />

olan Maverdi’nin, aslında siyasal-toplumsal realiteyi hukuksal plânda ifadelendirmekten öte bir<br />

şey yapmadığı söylenebilir (age.: 169-171). Aynı yönde düşünsel formülasyonların, dönemin diğer<br />

önde gelen alimleri tarafından da ortaya atıldığı belirtilmektedir (bkz. Türköne, 1994: 172-173).

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!