19.12.2017 Views

dergi

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

20<br />

SELÇUK ESENBEL<br />

“denetleyip” yaşamayı başarmaktadırlar. Başarmasalar, zaten, bu iki toplumun<br />

20. yüzyılda gösterdiği dinamizmi ve yaşama bağlılığı açıklamak mümkün olmaz.<br />

Ancak, bu yazının daha uzun versiyonlarında ifade ettiğim gibi, “Batılılaşmanın”<br />

henüz psikolojik tarihinin yazılmadığını düşünmekteyim. Benim için 19.<br />

yüzyılın sonunda Osmanlı’nın yeter derecede Batılılaşmadığı söylemi ile intiharını<br />

açıklayan genç düşünür Beşir Fuad’ın zamansız intiharı ile 20. yüzyılın sonlarında,<br />

Japonya’nın fazla Batılılaşarak, öz kültürü ve ruhunu kaybettiği iddiası<br />

ile intihar eden genç yazar Mişima Yukio’nun intiharlarındaki “medeniyet” sürecinin<br />

“aczi” görüşleri, bize, meselenin çok basit olmadığını ve en azından, bu intiharların,<br />

kişisel nedenlerden kaynaklansa da, “Doğu/Batı medeniyeti” sorunsalı<br />

ile açıklanmasının, Batı dünyasının dışındaki toplumların insanlarının “modernite”<br />

sorunsalının kendine özgü kimlik sürecine parmak basmaktadır.<br />

Sonuç olarak, sürekli düşündüğüm bu meselede şu anda vardığım nokta, bana,<br />

modernitenin Japonya ve Türkiye’de sonsuz bir süreç olarak yaşandığını<br />

göstermektedir. Ne Japonlar, ne de Türkler Batılılaşmanın dışında kalmışlardır<br />

veya kalacaklardır. Onların tarihi çoktan Batı’nın kendi coğrafyası dışındaki tarihinin<br />

bir parçasıdır. Bunu Batı dünyasının bazı kişilerinin, toplumsal kesitlerinin<br />

fark etmiş veya etmemiş olması, veya fark etmemeyi tercih etmesi, bu sürecin<br />

gerçekliliği ve devamlılığı üzerinde pek etkileyici olmayacaktır.<br />

Ancak, bu süreç, bir süreç olarak kalacaktır. Ne Japonlar ne de Türkler, basit bir<br />

Doğu ve Batı ikilemindeki “tam bir Batılı” gibi “Batılı” olamazlar, çünkü modernitenin<br />

krizi çerçevesinde kurdukları günlük yaşam modeli, farklı ve kompleks bir<br />

noktadan başlamıştır. Öte yandan, Japon ve Türk “modernitesi” hiçbir şekilde,<br />

Batı’ya karşı bir alternatif modernite olmak gibi basit bir kategoriye sığmamaktadır.<br />

Bu da bir illüzyondur. Bir bakıma, Japon ve Türk insanının modernitesi, Batı’nın<br />

dışındaki “sınır” bölgeleri olarak, Batı dünyasının ideolojisinin kendisi ile ilgili<br />

olarak yarattığı “illüzyonların” en fazla gerçeklerle karşı karşıya kalmak durumunda<br />

kalacağı, bu anlamda da bu ortak tarihe, her zaman yeni bir boyutun katılacağı<br />

(zaman zaman tansiyon yaratan boyutlar olsa da) bölgeler olacaktır.<br />

19. yüzyılda Meici Japon ve Osmanlı Türk seçkinlerinin gündelik yaşamları,<br />

Batı kültürünün mevcut yerel medeniyet şekilleri ve değerleriyle oluşan bir ortama<br />

girişinden ötürü yeni bir “medenileşme süreci”nden geçmek zorunda kaldı.<br />

Bu “Doğu” toplumlarına Batı kültürünün gelişi, çift kültürlü reform modellerinin<br />

siyasal anlamla yüklü sembolizmini doğurdu.<br />

Batı kültürünün “sınırlar ötesi” psikolojik tarihi henüz yazılmadı. 19. yüzyıl<br />

boyunca Meici Japonları ve Osmanlı Türkleri, kendi tarihsel tecrübelerini Batı<br />

tarihine bağlayan reform çabalarının bir parçası olarak Batı kültürünü kullandılar.<br />

Böylece bazen “Batılı olmayanlar” gibi pek de anlamlı olmayan bir şekilde<br />

tanımlanan bu halklar, 20. yüzyılın tarihsel eklektik modellerini yarattılar. 19.<br />

yüzyılda Meici Japonları’nın ve Osmanlı Türkleri’nin oluşturduğu eklektik kültür<br />

karışımı, bu toplumların tarihsel değişim süreci içinde her zaman aynı bi-

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!