19.12.2017 Views

dergi

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

UYGARLIK KURAMLARI VE ŞİDDET SORUNU 103<br />

nem’ olabilir- belirli ara aşamalardan geçmek suretiyle modern uygarlığa ulaşır.<br />

Savaş, terör ve (tabi yalnızca kolektif olanlar değil) diğer şiddet uygulamaları,<br />

bu yaklaşıma göre, şiddetin tekelleşmesi, dürtü denetim biçimlerinin mükemmelleşmesi<br />

ve vahşetin dizginlenmesi yönüne doğru ilerleyen, genelde kesintisiz<br />

bir büyük gelişim trendi içindeki geçici sapmalardan, kısa süreli gerileyişlerden<br />

başka bir şey değildir. ‘Uygarlık kesintisi’ (Diner, 1988) ya da ‘uygarlığın çöküşü’<br />

(Elias) gibi sözler böylesi bir yaklaşıma işaret eder. Klasik modernleşme<br />

kuramcıları kadar, sosyal bilimlere ait kuramların önemli bir kısmının da dahil<br />

olduğu bu tutumun temsilcileri, uygarlığın bir cam gibi kırılabilir olduğu gerçeğini<br />

ve ödenen psikolojik ve maddi bedeli görmezden gelmeseler bile, karşılığında<br />

üretkenlikte (Marx), formel rasyonalite ve güvenlikte (Max Weber) ya da<br />

bireyselleşme ve kişisel özgürleşmede (Durkheim) sunduğu artıları öne çıkarırlar.<br />

20. yüzyılın -Auschwitz ya da Stalinci terör gibi- ‘makro suçları’, ya istisnalar,<br />

yani ideoloji ve devletin gelişimi açısından Almanlara ya da Ruslara özgü bir yol<br />

olarak, başka bir yerde meydana gelmesi mümkün olmayan tekil hadiseler şeklinde<br />

açıklanır ya da belirli bir kişiye (Hitler, Stalin) indirgenmek suretiyle patolojikleştirilir<br />

yahut ‘Asya tipi bir suç’ denilerek olayın modern karakteri yadsınmaya<br />

çalışılır (Tarihçiler Tartışması, 1987). Bu gerekçelendirmeye göre, sözkonusu<br />

suçların ve diğer kolektif şiddet biçimlerinin ortaya çıkış nedeni, uygarlığın<br />

ve buna bağlı olarak da kamusal ve ahlâki vicdanın yetersiz ve henüz gelişmemiş<br />

oluşu, sosyalleşme öncesi dürtülerin yeterince denetim altına alınmayışı<br />

ya da toplumsal karşılıklı bağımlılık zinciri ve örgüsü içine henüz tam olarak<br />

entegre edilmemiş bulunuşudur ki, insanın kendisi üzerinde kurduğu denetim<br />

ve hakimiyetin daha da artırılması gerekmektedir. İnsanların duygulanım dağarcıklarının<br />

evcilleşmesi ve denetimsiz saldırganlık gizilgüçlerinin pasifize<br />

edilmesi, henüz bu gibi suçların önüne geçilmesi için gerekli olacak bir düzeye<br />

ulaşmamıştır. Bu yaklaşıma göre, uygarlaşma ya da uygarlık modern toplumların<br />

temel ilkesidir; barbarlık ve şiddet ise bunların çok uzağında yer alan karşıt<br />

ilkelerdir, ki bunlar modern toplumlarda birer istisna iken, çok daha yoğun ölçülerde<br />

ancak modernite öncesi toplumlarda ya da bugün yabancı toplumlarda<br />

hâlâ görülebilir. Modernitenin, sürekli ilerleyen bir uygarlık düşüncesine dayanan<br />

bu grande recit’i (Lyotard) 20. yüzyılda yaşadığımız onca deneyimden sonra<br />

bana tamamen yanlış gibi görünmektedir.<br />

Uygarlık ve barbarlık ilişkisine ilişkin ikinci görüş, ilke olarak birincisinin tamamen<br />

karşısında yer alır. 20. yüzyılda şiddetin sınırlarını aşması ve olağanüstü<br />

yıkım potansiyelinin açığa çıkması, uygarlığın olası eksiklerine ve azgelişmişliğine<br />

dayandırılmaz, tam tersine uygarlığın kazandığı olağanüstü başarıya bağlanır.<br />

Teknik ile bilim, araçsal rasyonellik ile amaç-araç hesapları, dünya egemenliği<br />

ile insanın dışsal ve içsel doğasını denetleme arzusu, kişilere dayanmayan<br />

bürokratik egemenlik ile büyük oranda başarılı olmuş duygulanım denetimleri,<br />

bu bakış açısıyla, şiddet alanında görülen çeşitli makro fenomenlerin

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!