19.12.2017 Views

dergi

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

164<br />

BEDRİ GENCER<br />

hükmünü vermiştir (Gencer, 1998: 145, 159). İşte, Namık Kemal’inkine göre, Ziya<br />

Gökalp düşüncesinin temel zaaf noktası da budur; ‘kutsal devlet’ mitini sürdürmesi.<br />

21 Tarih içinde vahim bir anlam çarpılmasına uğrayarak onun gözünde<br />

‘mukaddes tev’em’e dönüşen ‘din ü devlet’, bizim ispatladığımız gibi (Gencer,<br />

2000), ‘religion and state’ değil, aslen, hükümdarın şahsına ait vasıflar olarak ‘piety<br />

and majesty’ anlamına geliyordu. Gökalp, temelde ‘ulus’ ile ‘millet’ (ümmetcommunity)<br />

kavramları arasındaki gerilimin 22 farkında olduğu için İslâm düşüncesi<br />

açısından bazı çıkış noktaları bulabiliyordu. Ancak onu, güçlü İslâmi<br />

idealizmine rağmen kaçınılmaz bir laikleşmeye sevkeden şey, ‘kutsal devlet’ mitini<br />

sürdürmesi olmuştur. Nitekim bu noktada S. S. Öğün’ün (1997: 269-70) vardığı<br />

sonuçlarla bizim bulgularımız örtüşmektedir. “Türkiye’de milliyetçiliğin laik<br />

bir çerçevede başladığı ve daha sonra dinselleştirildiği çok sık ve biraz da<br />

abartılı olarak vurgulanmaktadır. Oysa çatışma iki farklı kulvarda yürüyen, biri<br />

‘politik’ diğeri ise ‘kültürel-milli’ nitelikteki kimliğin mücadelesidir.(...) Nereden<br />

bakılırsa bakılsın Türkiye’de laik gelişmelerle yüklü olan süreç devlet kurma<br />

(state-building) sürecidir.”<br />

Batı dünyasının yaşadığı devlet krizinin Doğu-İslâm-Türk dünyasına daha da<br />

sancılı olarak yansıması mukadderdi. Zira Batı’nın uzun Kilise-Devlet rekabeti<br />

tarihinde belli bir uzlaşma noktası bulunmuş, Kilise ile özdeşleşmekten çıkan<br />

din, sosyal hayatta gereken rolü almış, çoğulculuk ve demokrasinin oturması ve<br />

sivil toplumun gelişmesiyle devletin ağırlığı hafifletilerek belli çıkış noktaları<br />

sağlanabilmişti (Apter, 1965: 67-8). Ancak Batı ile Doğu-Osmanlı-Türk dünyasının<br />

devlet anlayışları arasında kritik bir fark vardı. Rousseau gibi düşünürlere<br />

dayanan Batılı anlayışa göre devlet, sosyal sözleşmeye dayanan bir icat, ‘convention’dır;<br />

‘profan’ bir şeydir. Çağımızda Hannah Arendt gibi düşünürlerin de<br />

gösterdiği gibi, Batı’da, bu sözleşmenin tekrar ‘city’nin, ‘civil society’nin lehine<br />

bozulması yönünde bir eğilim bulmak mümkündür. Oysa Rousseau’dan çok,<br />

onu ‘aşkın’ bir konuma oturtan Hegel’e yakın düşen Türk geleneğinde (Heper,<br />

1985: 216) ‘devlet’, ‘sacred’ bir şeydir; ‘kutsal devlet’in 23 bekası’ her şeyin üstündedir.<br />

Peyami Safa’ya göre de, daha çok akılcı Greko-Romen geleneğiyle birleşen<br />

İslâm’da olmayan bu ‘ilahî devlet’ anlayışı, İslâm-Osmanlı dünyasına eski<br />

21 Nitekim milliyetçiliği politik olmaktan çok kültürel bir temele dayanan Yusuf Akçura için sorun,<br />

devletin nasıl kurtarılacağından çok, Türklüğün birliğinin nasıl sağlanacağıdır. Bu nedenle Selanik’te<br />

Genç Kalemler çevresinde Ziya Gökalp ve arkadaşlarının devletçi saplantıları onları hayrete<br />

düşürüyordu (Öğün, 1997: 257).<br />

22 Örneğin daha önce de görüldüğü gibi, bu noktada M. Kemal ile Z. Gökalp açık bir tezat içindeydi<br />

( Öğün, 1997: 263-4 ).<br />

23 Bildiğimiz kadarıyla bütün Türk tarihinde ilk kez 1982 anayasasında ‘devletin kutsallığı’ resmen<br />

ifade edilmiştir. Ancak “Ebedi Türk vatan ve milletinin bütünlüğüne ve kutsal Türk devletinin<br />

varlığına karşı” şeklindeki bu başlangıç ifadesi 1995 yılında yapılan değişiklikle getirilen “... Yüce<br />

Türk devletinin” ifadesiyle kısmen ‘sekülerize’ edilmiştir.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!