You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
UYGARLIK KURAMLARI VE ŞİDDET SORUNU 107<br />
kü gerçek gelişmenin yanısıra meydana gelen olaylar olmadıklarını ortaya koymuşlardır.<br />
Uygarlık süreci, özünde bu tür patlamaları mümkün kılan özellikler<br />
de içerir.<br />
Jan Philipp Reemtsma da “bugünkü uygarlık biçimimizin, Avrupa modernitesinin<br />
... kendi uygarlık biçiminin yıkımına karşı sahip olduğu engelin yeterli<br />
olmadığının ortaya çıktığına” işaret eder.<br />
Paradoksal bir şekilde, engelin bu yetersizliği, modernitenin uygarlık açısından kendisinden<br />
olağanüstü emin oluşundan kaynaklanmaktadır. Bu güven ise kendisi hakkındaki<br />
özgün imajına dayanır. Bu öyle bir özimajdır ki, bir yandan belirli bir ideale dayanırken,<br />
öte yandan bu ideale giden yolda önemli bir mesafe alındığı inancına dayanır.<br />
Bu özgün özimaj, Avrupa modernitesini diğer uygarlık biçimlerinden ayıran en önemli<br />
özelliktir (Reemtsma, 1999: 1377).<br />
Bauman için 20. yüzyılın ‘makro suçları’, kesinlikle sadece tam gelişmiş modernite<br />
ile birlikte ve buna uygun olarak da modernitenin kriz eğilimlerinin bir<br />
ifadesi şeklinde anlaşılabilir (Bauman, 1992). Kapitalizm ile liberalizm, sosyalizm<br />
ile komünizm nasıl ki moderniteye ait olgular ise, Aydınlanma ve özgürleşme<br />
hareketleri de, Holocaust ve ‘Gulag’ da moderniteye ait olgulardandır. Tarihte<br />
başka bir örneği bulunmayan vahşet ve soykırım, bu nedenle ‘modernite<br />
öncesi’ uygulamalar kefesine atılamaz ve -“modernitenin en sevdiği özsavunma<br />
biçimi”nin (Bauman, 1995: 34) ileri sürdüğü gibi- ‘barbarlığa gerileyiş’ olarak<br />
da değerlendirilemez; bunlar, bütüncül sosyal teknolojinin uç olgularıdır.<br />
Çünkü bu olayların altında, ‘devletin bahçesini düzeltme’ amacı yatar; önemli<br />
olan düzenin sağlanması, çokanlamlılığın ve yabancılığın (Bauman, 1995) ya da<br />
modernitenin yapısal özelliklerinden olan çatışma olasılığının (Lyotard, 1987)<br />
ortadan kaldırılmasıdır.<br />
20. yüzyılda yaşanan şiddet deneyimlerinin en korkunç boyutu, Auschwitz’de,<br />
atom bombasının Hiroşima ve Nagazaki’de ‘denenmesi’nde ya da Stalinci bürokrasinin<br />
kitlesel kıyım eylemlerinde olduğu gibi, barbarlık ile bilimsel-teknik<br />
uygarlığın kucaklaşmış olmasıdır (krş. Deppe, 1999: 40). Modernitenin sahip olduğu<br />
çelişkilerinin yarattığı korku, işte bu gibi olayların modernite öncesi, geçmiş<br />
dönemlere ait olaylar olmadığının, tam tersine bunların ‘rasyonel’ olarak<br />
planlanmış ve bürokratik mekanizmaların lojistik desteği ve akılcılığı ile en modern<br />
teknolojilerden yararlanılarak gerçekleştirilen kitle kıyımları olduğunun<br />
anlaşılmasından kaynaklanır (Reemtsma, 1993; bkz. Deppe, 1999: 64f.). Bu bürokratik<br />
mekanizmalar ise, tamamen araçsallaştırılma, insanı hiçe sayan pragmatizm<br />
ve korkunç boyutlara ulaşan sorumsuzluk anlamında, en alt düzeydeki<br />
insancıllık ölçütünü dahi dikkate almaz, ne dinî ne de ahlâki sınırlara sahiptir.<br />
20. yüzyıl deneyimlerinin ‘makro suçlar’ ile bize öğrettiği şey, büyük bir ışık saçarak<br />
parıldayan ‘modernite projesi’nin bir de karanlık yüzü bulunduğu gerçeği<br />
değildir yalnızca, bunun insanın kendisinde de aynen böyle olduğunun anlaşıl-