You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
192<br />
ÇİLER DURSUN<br />
I. Zamanın toplumsal örgütlenişleri ve öznel deneyimlenmesi<br />
Zamanın toplumsal örgütlenişi, çeşitli toplumsallıkların yaşamlarını ve dünyayı<br />
kavrayışlarını anlamlandırma süreçlerinin sistematize edilmesi ve örgütlenmesine<br />
işaret etmektedir. Yani nesnel zamanın (ya da kamu zamanının), kim(ler)<br />
tarafından, hangi amaçlarla ve hangi araçlarla nasıl örgütlendiğini, düzenlendiğini<br />
içermektedir. Bu örgütlemelerin, öznel zaman açısından ne anlama geldiğini<br />
de kapsamaktadır. Kamu zamanının örgütlenişi, Jameson’un uyarlayarak<br />
kullandığı 2 “bilişsel haritalandırma” nın kaynaklarından biri olarak görülebilir.<br />
Jameson, bilişsel haritalandırma ile, insanların çeşitli yollarla tahrip edilmiş<br />
biçimlerini zihinlerinde taşıdıkları toplumsal ve global bütünlüğün zihinsel haritalandırılmasına<br />
işaret etmektedir (Jameson, 1992: 517). Yazar, sermayenin üç<br />
tarihsel aşamasının (piyasa kapitalizmi, tekelci kapitalizm ve geç kapitalizm),<br />
birbirleriyle derin ilişkileri olmasına karşın, her birinin benzersiz birer uzam yarattıklarını<br />
öne sürmektedir (Jameson, 1992: 511). Sermayenin, birleştirici ve<br />
bütünleştirici bir güç olarak, toplumsal sistemin kendisiyle ilgili birleştirilmiş<br />
bir tür mantık ile birlikte yükseldiğine veya düştüğüne dikkat çekmektedir.<br />
Kapitalizmle ilişkilendirilen bilişsel haritalandırmayı, bir uyarlamadan daha<br />
geçirerek, kapitalizm öncesi dönemler için de kullanmak olanaklıdır. Bu açıdan<br />
ele alındığında, Antik Çağın ve Ortaçağ’ın da özgül bilişsel haritalara sahip dönemler<br />
olduğu belirtilebilir. Özellikle bilişsel haritaların kurucu ögesi olan zaman-mekân<br />
deneyimi açısından, kapitalizmden farklı oldukları öne sürülebilir.<br />
Mekân gibi ölçüp sınırlandıramadığı ilk dönemlerde, insanlar, zamanı, daima<br />
semboller aracılığıyla algılamak ve göstermek zorundaydılar (Borst, 1997: 11).<br />
İnsanların zaman olarak algıladıkları şey, daha çok karşıtlıkların yer değişimiydi.<br />
İnsanların algıladıkları değişimlerin bazıları tekrar ediyordu, bazıları ise insan<br />
yaşamına bir kez damgasını vurup gidiyordu (doğum, ölüm, yaşlılık gibi).<br />
Antik Çağ’da insanlar, başı sonu belli bir uzamın bir dayanak ve birlik sunduğu<br />
gündelik yaşamlarını, kısa ya da uzun sürelerin yapay olarak belirlenmiş ritminden<br />
çok, haftanın yedi gününün ortalama ritmi içinde yaşıyorlardı (Borst, 1997:<br />
19). Zamanın bir soyutluk olarak ortaya çıkışı, tek bir kişinin ya da okulun çabasıyla<br />
gerçekleşmemiştir. Bu süreçte, zamanın kişiselleştirilmesi, soyutlamaya<br />
doğru ilk adımdı: Tanrı’nın zamanı (Corish: 1986: 69-74). Zamanın bir deneyimler<br />
çoğulluğundan, betimlenecek ve tartışılacak tek bir soyut kendiliğe dönüşmesi,<br />
Corish’e göre, Yunan dili içindeki işleyişin bir sonucuydu (Corish, 1986: 77).<br />
Bu çok anlamlı deneyimlerin bir şekilde tutarlı semboller içine yerleştirilmesiyle<br />
antik dönemde, zaman ve sayı arasında çözülemez ve gerilimli bir ilişki<br />
kurulmuştur (Borst, 1997: 12-17). Zaman, Platoncu ve Aristocu nosyonunda<br />
2 Jameson, bilişsel haritalandırma kavramını Kevin Lynch’in “kentsel uzamın zihinsel haritası” anlamındaki<br />
kullanımından uyarlamıştır (bkz. Jameson, 1992: 511- 517).