19.12.2017 Views

dergi

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

216<br />

konusu tarihsel olayın değerlendirilmesinde “bugün”e ait duruş ya da konumlanışların<br />

belirleyici önemine işaret etmektedir.<br />

Bununla birlikte sürdürülen tartışmaların aydınlatıcı olmaktan çok bir çıkmaza<br />

gitmesinin, esas olarak, tarihe bakıldığında halifeliğin Müslümanlar açısından<br />

bağlayıcılığına ilişkin muğlaklıktan kaynaklandığı söylenebilir. Halifeliğin<br />

kaldırılmasının sonuçları üzerine bir kez daha ve özellikle de günümüzün<br />

kavramsal kategorileri üzerinden düşünmeye çağrı niteliğindeki bu çalışmada,<br />

Hilafet kurumunu “İslâmi iklimde iktidar sorunu” bağlamında ele alarak bu<br />

muğlaklığın giderilmesi yolunda katkı sağlayabileceğimizi düşünüyoruz. Bu<br />

yolda karşımıza çıkan ve hâlâ tatminkâr yanıtlar bekleyen geçerli sorular şunlardır:<br />

Halifelik İslâm ümmeti açısından dünyevi-siyasal süreçler ve etkinliklerde<br />

mi bağlayıcıdır yoksa sınırları yalnızca dinsel-manevi alanı mı çevrelemektedir?<br />

Ya da hem dünyevi hem de dinsel olanı kapsayıcı bir kurumsal mahiyeti olduğu<br />

ileri sürülebilir ve bu sav tarihsel/hukuksal olarak temellendirilebilir mi?<br />

Bu soruları bir çırpıda yanıtlamak mümkün görünmemektedir. Güçlük, İslâm<br />

tarihi boyunca “Hilafet” adı altında ortaya konulan kurumsal pratikte gözlemlenen<br />

farklılıklardan kaynaklanmaktadır.<br />

Özet tarihçe: Hilafet ya da İslâm’ın “iktidar”la tanışması<br />

Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki, ya bana biat edersiniz, ya da<br />

sizleri ateşte yakarım. 6<br />

İslâmiyette halifelik kurumunun doğuş ve gelişme sürecinin son derece sancılı<br />

olduğu tespit edilmektedir. İslâm tarihsel anlamda kabileden devlete geçişin<br />

imkanlarını sağlarken bu sosyopolitik yapı dönüşümü ile uyarlı biçimde “kültürel”<br />

düzlemde, yani insanların zihniyet ve duygu dünyalarında değişimin hemen<br />

sağlanabilmesi mümkün olmamıştır. İdeal olarak Allah’a kullukta eşitliği<br />

vazeden “yeni” dine inananların önderinin kim olacağı gibi zor bir soru(n) ile<br />

karşı karşıya kalan Müslümanlar, çözüm arayışlarını eski yerleşik alışkanlıklarından<br />

hareketle bulmaya çalıştılar. Bu durum, “Arabistan gibi parçalı toplumların<br />

niteliksel özelliği olan klan çatışmaları[nın] doğal olarak yeni gelen din tarafından<br />

yok edilemedi”ğini göstermekteydi (Arkoun, 1999: 88; ayrıca bkz. Ayu-<br />

uşaklığını yaptığı adamlar iki yıl sonra (1926’da) İsviçre Kanun-i Medenisini cumburlop tercüme<br />

edip alacaklar!..” Akgün (tarihsiz: 84) ise Sultan Vahdettin’in İstanbul’dan ayrılışına değinirken<br />

Vahdettin’i kastederek “Bu kaçışını bile en alçak şekilde planladı” şeklinde bir ifade kullanıyor.<br />

6 Abdullah İbn Zübeyr’in Mekke’de zemzem odasına hapsederek halifeliğini kabul etmeye zorladığı<br />

“Ehl-i Beyt”ten yirmi dört kişiye sarf ettiği tehditkar sözler (akt. Sırma, 1995: 62). Abdullah İbn<br />

Zübeyr Emevilerin halifeliğinin pek itibar görmediği Mekke’de, ikinci Emevi halifesi Yezid’in ölümü<br />

üzerine ortaya çıkan boşlukta halifeliğini ilan etmiş ve 10 yıllık bir ara dönemde biri Mekke’de<br />

diğeri Şam’da olmak üzere iki halife mevcut olmuş, daha sonra duruma hakim olan Emeviler<br />

Zübeyr’i öldürerek İslâm toprakları üzerinde yeniden tek Hilafet’i temsil eder konumuna gelmişlerdir.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!