27.08.2015 Views

T.C Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ​

1WQPJ6Jax

1WQPJ6Jax

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

A h i l i k<br />

A n s i k l o p e d i s i<br />

geleneğiyle ilişkisi Melâmîlik hakkında çalışan<br />

bir takım modern araştırmacıların üzerinde<br />

önemle durdukları bir konu olmuştur.<br />

Melâmetin tasavvuf makamlarından bir makam<br />

olduğunu belirten ilk sûfî müellif Muhammed<br />

b. Hüseyin es-Sülemî, onun muhtevasına dair<br />

bilgi <strong>ve</strong>rmemiştir. Melâmet konusunu akımın<br />

ortaya çıktığı dönem <strong>ve</strong> bölgeden soyutlayarak<br />

bir tasavvuf makamı olarak temellendiren Muhyiddin<br />

İbnü’l-Arabî sâlikleri âbidler, sûfîler <strong>ve</strong><br />

melâmetîler şeklinde üç gruba ayırır. Ona göre<br />

âbidlere zühd, takvâ <strong>ve</strong> nefsi kötü amellerden<br />

temizleme gibi davranışlar hâkimdir. Fakat onların<br />

haller, makamlar <strong>ve</strong> sırlar hakkında hiç<br />

bilgileri yoktur. Sûfîler, bütün fiillerin Allah’a ait<br />

olduğunu <strong>ve</strong> kendilerinin hiçbir fiile sahip bulunmadığını<br />

müşahede ederler. Ancak onların zühd,<br />

takvâ <strong>ve</strong> te<strong>ve</strong>kkül konusunda âbidlerden bir farkı<br />

yoktur. Halka keramet göstermekten <strong>ve</strong> Allah<br />

katındaki derecelerini belirten hallerini izhar etmekten<br />

çekinmezler.<br />

İbnü’l-Arabî’ye göre sâliklerin en üst derecesinde<br />

bulunan melâmetîler Allah’ın kendisine yönelttiği<br />

ehlullahtan bir gruptur. Allah bir göz ilişir de<br />

kendisinden alıkoyar diye onları kıskançlıkla korumuştur.<br />

Onlar sadece Allah ile beraberdir, bir<br />

an bile O’na ibadetten geri kalmazlar. Rubûbiyet<br />

kalplerini istilâ ettiğinden dolayı riyâsete karşı<br />

bir istek duymazlar (Fütûhât, III, 45-46). İbnü’l-<br />

Arabî, “ümenâ” diye adlandırdığı melâmetîlerin<br />

bâtınlarındaki hali asla zâhirlerinde izhar etmediklerini,<br />

bu sebeple hallerine hiç kimsenin vâkıf<br />

olamayacağını belirtir. Ona göre belli bir coğrafya<br />

<strong>ve</strong> zaman diliminde değil bütün zaman <strong>ve</strong><br />

mekânlarda yaşayan, kendilerine has özellikleri<br />

olan, sayıları ortaya çıktıkları zamanın durumuna<br />

göre artıp eksilen melâmetîlerin vatanı Horasan<br />

<strong>ve</strong> Nîşâbur gibi bölge, pîrleri Melâmetîliğin<br />

kurucuları olarak tanınan Hamdûn el-Kassâr<br />

<strong>ve</strong>ya Ebû Hafs el-Haddâd değildir. Bununla birlikte<br />

İbnü’l-Arabî farklı dönem <strong>ve</strong> bölgelerde<br />

yaşayan Ebû Saîd el-Harrâz, Bâyezid-i Bistâmî,<br />

Şiblî, Abdülkadir-i Geylânî gibi isimlerin yanında<br />

diğer Nîşâburlu pîrleri melâmet makamına<br />

ulaşan <strong>ve</strong>lîler arasında zikretmiştir. Melâmet<br />

makamının Hz. Peygamber’in, “Sonra yakınlaştı<br />

<strong>ve</strong> sarktı, ok ile yay mesabesi (kabe kavseyn)<br />

gibi oldu” âyetinde (en-Necm 53/8-9) ifade edilen<br />

kurbiyet makamı olduğunu söyleyen İbnü’l-Arabî<br />

melâmet makamını makamların en üstünü kabul<br />

eder <strong>ve</strong> melâmetîlerin <strong>ve</strong>lâyetin en üst derecesinde<br />

olduklarını, bu makamın üstünde sadece nübüv<strong>ve</strong>t<br />

makamının bulunduğunu söyler. İbnü’l-<br />

Arabî bu görüşleriyle melâmet konusunu tarihî<br />

Melâmîlik bağlamında ele alan sûfî müelliflerden<br />

tamamen farklı bir çerçe<strong>ve</strong>de değerlendirmiştir.<br />

KAYNAKÇA:<br />

Seyyid Şerif Cürcânî, et-Ta’rîfât, “Melâmetiyye” md.; Muhammed<br />

b. Hüseyin es-Sülemî, er-Risâletü’l-Melâmetiyye (yay. Ebü’l-Alâ<br />

Afîfî, el-Melâmetiyye <strong>ve</strong>’s-sûfiyye <strong>ve</strong> ehlü’l-fütüv<strong>ve</strong> içinde), Kahire<br />

1364/1945, s. 91; Ebu Sa‘d Abdülmelik Hargûşî, Tehzîbü’l-esrâr<br />

(haz. İrfan Gündüz, basılmamış doçentlik çalışması, 1990), İSAM<br />

Ktp., nr. 16.971, s. 25; Ali b. Osman el-Hücvîrî, Keşfü’l-mahcûb,<br />

(yay. Jukovski), Tahran 1979, s. 68-69; Ahmed el-Gazzâlî, Kitâb-ı<br />

Sevânih (yay. H. Ritter), İstanbul 1942, s. 4, 12-20; Muhammed b.<br />

Münev<strong>ve</strong>r, Esrârü’t-tevhîd (yay. Şefîî Kedkenî), I, Tahran 1366,<br />

s. 287-288; Muhyiddin İbnü’l-Arabî, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye, I,<br />

181, 235-236; II, 16, 20-22; III, 44-46; aynı yazar, Istılâhâtü’ssûfiyye<br />

(Dâvûd-i Kayserî, Mukaddemât içinde), Kayseri 1997, s.<br />

75; Necmeddîn-i Dâye, Mirsâdü’l-’ibâd (yay. M. Emîn Riyâhî),<br />

Tahran 1366, s. 81; Abdürrezzâk el-Kâşânî, Letâ’ifü’l-i’lâm<br />

(yay. Saîd Abdülfettâh), Kahire 1996, s. 236; Ebü’l-Alâ Afîfî, el-<br />

Melâmetiyye <strong>ve</strong>’s-sûfiyye <strong>ve</strong> ehlü’l-fütüv<strong>ve</strong>, Kahire 1364/1945, s.<br />

18-22; Ali Bolat, Bir Tasavvuf Okulu Olarak Melâmetîlik, İstanbul<br />

2003, s. 162-165; Nasrullah Pürcevâdî, “Menba.î Kühen der Bâb-ı<br />

Melâmetiyân-ı Nîşâbûr”, Maʻârif, XV/1-2, Tahran 1377/1988, s.<br />

4-6.<br />

Nihat AZAMAT<br />

MELÂMÎLİK<br />

Sûfî <strong>ve</strong> tasavvuf kelimelerinin henüz yaygın biçimde<br />

kullanılmadığı tasavvuf müessesesinin<br />

kuruluş aşamasını oluşturan III. (IX.) yüzyılda<br />

dini daha derin <strong>ve</strong> içten bir şekilde yaşama arzusunda<br />

olan zâhidlerin Bağdat, Şam, Mısır <strong>ve</strong><br />

Nîşâbur’da odaklaştıkları, dinî hayata dair iç<br />

yaşantılarını, kendilerine has düşüncelerini yine<br />

kendilerine has terimlerle ifade etmeye başladıkları<br />

görülmektedir. Bağdat merkez olmak üzere<br />

Irak’ta, İran’ın Horasan bölgesinde <strong>ve</strong> bu bölgenin<br />

merkezi Nîşâbur’da gelişen iki zühd akımı dikkati<br />

çeker. Irak bölgesinde gelişen akıma Sûfiyye,<br />

Horasanlı zâhidlerin takip ettikleri yola <strong>ve</strong> akıma<br />

ise Melâmetiyye (Melâmîlik, Melâmetîlik) adı <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

Sözlükte “kınamak, kötülemek, ayıplamak” gibi<br />

anlamlara gelen melâmet anlayışını benimseyenlerin<br />

temel ilkesinin gösteriş, kendini beğenme<br />

<strong>ve</strong> şöhret düşkünlüğü gibi nefsin arzularına<br />

karşı nefsi kınama (levm) yöntemiyle mücadele<br />

etme <strong>ve</strong> ihlâsı gerçekleştirme olduğu söylenebilir.<br />

Sûfîlerin, daha sonraki dönemlerde tarikatlar<br />

şeklinde örgütlenip kendilerine özgü yaşam tarzı<br />

<strong>ve</strong> kıyafetlerle halktan ayrılmalarına karşılık<br />

melâmet ehli bunlara gerek duymamış <strong>ve</strong> ken-<br />

107

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!