27.08.2015 Views

T.C Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ​

1WQPJ6Jax

1WQPJ6Jax

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

A h i l i k<br />

A n s i k l o p e d i s i<br />

290<br />

<strong>ve</strong>rmelerine sebep olmuş, Allâh’ı görüyormuş<br />

gibi ibadet (ihsan) eden takva sahibi bir mümin<br />

olmak (Buhârî, “Îman”, 37; Müslim, “Îman”, 1)<br />

tasavvufun gayesi haline gelmiştir. Öte yandan<br />

kalplerin ancak Allah’ı zikretmekle tatmin olacağı<br />

(Ra‘d 13/28), müminlerin Allah’ı çokça zikretmesi<br />

gerektiği (el-Ahzâb 33/41), Allah’ın huzuruna<br />

kalb-i selîmle çıkmanın uhrevî kurtuluş için gerekli<br />

olduğu (eş-Şuarâ 26/89), iyi <strong>ve</strong> temiz kalbe<br />

sahip olanların diğer bütün organlarının da iyi <strong>ve</strong><br />

temiz hale geleceği (Buhârî, “Îman”, 39; Müslim,<br />

“Müsâkât”, 107) gibi hususların âyet <strong>ve</strong> hadislerde<br />

vurgulanması ise tasavvufî hayatın temeline<br />

Allah’ı çokça zikretme <strong>ve</strong> kalp temizliği konularını<br />

yerleştirmiştir.<br />

Asıl <strong>ve</strong> ebedî hayatın ölüm sonrasında bulunduğu,<br />

dünyanın ise fânî olduğu şeklindeki yaklaşım<br />

(el-Kehf 18/45-46) bu hayatın imkânlarını geçici<br />

hazlar için kullanmak yerine onları ebedî hayattaki<br />

kurtuluş için değerlendirmek gerektiği sonucunu<br />

doğurmuş, ayrıca ibadetlerin <strong>ve</strong> her türlü<br />

iyiliğin niyet <strong>ve</strong> ihlas gibi kalbî hasletlerle değer<br />

kazanması, müslümanın vicdanında derin dinî<br />

kaygı <strong>ve</strong> sorumluluk duygusunun hâkim kılınması,<br />

insanın “hevâ” kelimesiyle ifade edilen nefsinin<br />

saptırıcı eğilim <strong>ve</strong> ihtiraslarına karşı sürekli uyanık<br />

bulunması, kader <strong>ve</strong> teslimiyet inancı, uhrevî<br />

sorumluluk kaygısı, varlığın derinden temâşası<br />

<strong>ve</strong> görünenin arkasındaki anlamının kavranması<br />

vb. konulardaki açıklama <strong>ve</strong> uyarılar, İslâm dünyasında<br />

tasavvufun gelişmesine imkân <strong>ve</strong>ren bir<br />

zihniyet oluşturmuştur. Tasavvufu takvâ, istikamet<br />

<strong>ve</strong> keşf mücâhedesi şeklinde tasnif eden İbn<br />

Haldun tasavvufun doğuşunu Hz. Peygamber’den<br />

sonra baş gösteren siyasî anlaşmazlıklar, baskı<br />

<strong>ve</strong> zulümler; Asr-ı saâdet’teki samimi dindarlığa<br />

dayalı hayat anlayışının yerini bencilliğin, ser<strong>ve</strong>t<br />

<strong>ve</strong> debdebe tutkularının aldığına işaret eden gelişmelere<br />

bağlamıştır.<br />

Tasavvufî düşünce Allah sevgisi <strong>ve</strong> Allah korkusu<br />

temeline dayanmakta, Allah korkusu aynı zamanda<br />

Allah’ı sevmekten kaynaklanan bir çekinme<br />

mahiyetinde olduğu için bu iki kavram birbirini<br />

tamamlamaktadır. İslam’da kullarla Allah arasındaki<br />

sevgi karşılıklıdır. Kullar Allah’ı sevdiği<br />

gibi Allah da kulları se<strong>ve</strong>r. Âyetlerde ifade edildiği<br />

şekliyle kulların Allah tarafından sevilmesini sağlayan<br />

tövbe, temizlik, sabır, takvâ, ihsan, adâlet,<br />

te<strong>ve</strong>kkül gibi özellikler tasavvuf ehli tarafından<br />

seyru sülûk diye ifade edilen <strong>ve</strong> bir mürşid-i kâmil<br />

rehberliğinde uygulanan eğitim sürecinde özenle<br />

gerçekleştirilmeye çalışılır; bunun sonucu olarak<br />

kul ile Allah arasında manevî bir ilişki meydana<br />

gelir. Kalbi manevî hastalıklardan kurtarma<br />

<strong>ve</strong> nefsi kötü huylardan uzaklaştırmanın hedeflendiği<br />

bu eğitim sırasında müridlerden farzlarla<br />

birlikte nâfile ibadetleri de yapması, kendisine<br />

tarif edilen evrâd <strong>ve</strong> ezkârı kesinlikle ihmal etmemesi<br />

istenir. Nitekim kudsî hadiste “Kulum,<br />

üzerine farz kıldığım şeylerden daha iyi bir yolla<br />

bana yaklaşamaz. Kulum nâfilelerle de bana yaklaşmaya<br />

devam eder, nihayet ben onu se<strong>ve</strong>rim.<br />

Ben onu sevince işiten kulağı, gören gözü, tutan<br />

eli, yürüyen ayağı olurum…” (Buhârî, “Rikâk”,<br />

38) buyrulmuştur. O yüzden sûfîler farzların yanı<br />

sıra icra edilen nâfilelerin sevgiyi <strong>ve</strong> yakınlığı<br />

daha ileri derecelere ulaştırdığını vurgulamışlardır.<br />

Tasavvuf eğitiminin sonucunda kişinin iman<br />

açısından kesinlik elde etmesi, amel açısından<br />

samîmi kulluk makamına yükselerek kulluk<br />

görevlerini Allah’ı görüyormuş gibi ifâ etmesi hedeflenmektedir.<br />

Öte yandan insanı maddeye <strong>ve</strong><br />

nefsin arzularına yönelten makam <strong>ve</strong> mevki hırsı,<br />

mal sevgisi, şeh<strong>ve</strong>t <strong>ve</strong> şöhret gibi bencil duygu<br />

<strong>ve</strong> istekleri ihtiva eden bağlar tamamen koparılıp<br />

atılmadıkça tam manasıyla Allah’a yönelmek <strong>ve</strong><br />

vuslata ermek mümkün görülmemiştir. Bunu ifade<br />

sadedinde tasavvuf “Her şeyden alâkayı kesip<br />

Allah’la olmaktır” şeklinde tarif edilmiştir.<br />

İlk dönemlerden itibaren nefsin <strong>ve</strong> şeytanın hilelerine<br />

karşı uyanık olup dinî hayatı samimi bir<br />

şekilde gerçekleştirmeye çalışan tasavvuf ehli, bu<br />

hayatın dışında gördükleri <strong>ve</strong> “dünya ehli, avam”<br />

gibi isimlerle andıkları kimselerle kendi aralarında<br />

farklı ölçülerde de olsa mesafe bırakmayı<br />

tercih etmişlerdir. Zira avam nefsânî tutkulara,<br />

dünyevî menfaat <strong>ve</strong> hazlara az <strong>ve</strong>ya çok bağımlıdır;<br />

mutasavvıflar ise baştan beri ısrarla Allah<br />

için dost <strong>ve</strong> kardeş olmayı tavsiye etmiş <strong>ve</strong> bu<br />

maksatla kurulan dostluklara büyük önem <strong>ve</strong>rmişlerdir.<br />

Tasavvufî hayatta manevî kardeşilik<br />

bağı ile birbirine bağlanan ferdlerin bir araya<br />

gelerek sohbet <strong>ve</strong> zikir yapmaları, zaman zaman<br />

da inzivaya çekilmeleri için VIII. yüzyıldan itibaren<br />

hângâhlar kurulmaya başlanmıştır. Sonraki<br />

dönemlerde dergâh, tekke, zâviye gibi isimlerle<br />

de anılan bu tasavvuf merkezlerinin düzenli bir<br />

şekilde çalışması <strong>ve</strong> maksadına uygun faaliyetlerde<br />

bulunması için uyulacak bir takım kurallar,<br />

âdâb <strong>ve</strong> erkân tarzında kitaplar kaleme alınmıştır.<br />

Hângâhların dönem dönem medresenin işlev-

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!