T.C Gümrük ve Ticaret Bakanlığı
1WQPJ6Jax
1WQPJ6Jax
- No tags were found...
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
A h i l i k<br />
A n s i k l o p e d i s i<br />
makbuz <strong>ve</strong>riliyor. Alınan bu paranın büyük baş<br />
hayvanların her biri için 25 Som (yaklaşık 1,25<br />
Türk Lirası), küçük başlarda 15 Som olduğu<br />
anlaşılıyor. Hayvan sahipleri, pazarda hayvanları<br />
satılsa da satılmasa da giriş kapısından bu<br />
parayı ödemek <strong>ve</strong> çıkarken makbuzlarını ibraz<br />
etmek zorundaydılar. Pazarın bu şekilde işletilmesi,<br />
Osmanlı döneminde uygulanan “iltizam”<br />
ile bu iltizamı üzerine alan <strong>ve</strong> “mültezim” olarak<br />
bilinen kimseleri hatırlatıyor. Buna benzer uygulamaların<br />
günümüzde Anadolu’da devam ettiği<br />
dikkati çekiyor.<br />
KAYNAKÇA:<br />
Ömer Lütfi Barkan, XV <strong>ve</strong> XVI inci Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda<br />
Ziraî Ekonominin Hukukî <strong>ve</strong> Malî Esasları, I, Kanunlar,<br />
İstanbul 1943, s. 46, 48, 394; Suraiya Faroqhi, Osmanlı’da Kentler<br />
<strong>ve</strong> Kentliler (trc. Neyyir Kalaycıoğlu), İstanbul 1993, s. 69-73;<br />
İlhan Şahin, “Urban-Rural Relations in the Transition Period: The<br />
Case of an Animal Bazaar in Kyrgyzstan”, The Post-Soviet States:<br />
Two Decades of Transition & Transformation, eds. Ajay Patnaik<br />
& Tulsiram, New Delhi 2012, s. 189-200; Mübahat S. Kütükoğlu,<br />
“Narh” (Osmanlılar’da), DİA, XXXII, 390-391; Hikari Egawa-İlhan<br />
Şahin, “From Bazaar to Town: The Emergence of Düzce”,<br />
Kyoto Bulletin of Islamic Area Studies, 3/1 (July 2009), s. 293-<br />
309; İlhan Şahin, Osmanlı Döneminde Konar-Göçerler (Nomads in<br />
the Ottoman Empire), İstanbul 2006, s. 72-72, 102-103; Sato Tsugitaka,<br />
İslam Hayatı <strong>ve</strong> Teknoloji (Japonca), Tokyo 1999, s. 31-33;<br />
C. A. Bayly, Rulers, Townsmen and Bazaars: North Indian Society<br />
in the Age of British Expansion 1770-1870, New Delhi 2010; Tahsin<br />
Özcan, “Pazar” (Osmanlı Dönemi), DİA, XXXIV, s. 206-209.<br />
İlhan ŞAHİN<br />
PEŞTAMAL KUŞANMA<br />
(bk. ŞED BAĞLAMA)<br />
PÎR<br />
Sözlükte “ihtiyar, ak saçlı, tecrübeli kimse” anlamındaki<br />
Farsça pîr kelimesi tasavvufta mürşid,<br />
<strong>ve</strong>lî <strong>ve</strong> şeyh ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır.<br />
Bu kullanıma göre pîr tasavvuf eğitimi alan<br />
kimseye rehberlik yapan kişidir. Pîr kelimesi<br />
tasavvufî manasıyla ilk defa III-IV. (IX-X.) yüzyıllarda<br />
Horasan sûfîleri <strong>ve</strong> özellikle fütüv<strong>ve</strong>ti öne<br />
çıkaran Nîşâbur melâmetîleri tarafından kullanılmaya<br />
başlamıştır. IV. (X.) yüzyılın ilk yarısında<br />
yaşayan Horasanlı sûfî Abdullah b. Muhammed<br />
b. Münâzil kaynaklarda “pîr-i ehl-i melâmet, pîr-i<br />
melâmetiyân” diye anılmaktadır. Horasan sûfîleri<br />
arasında şeyh kelimesi V. (XI.) asırdan sonra<br />
yaygınlık kazanmıştır. Farsça ilk tasavvuf klasiklerinden<br />
Hücvîrî’nin Keşfü’l-mahcûb’unda <strong>ve</strong><br />
Muhammed b. Münev<strong>ve</strong>r’in Esrârü’t-tevhîd’inde<br />
şeyh <strong>ve</strong> pîr kelimelerinin aynı anlamda <strong>ve</strong> birlikte<br />
kullanıldığı görülmektedir (Nasrullah Pürcevâdî,<br />
V, 892-893). Horasanlı sûfîler bulundukları<br />
coğrafî bölgeye <strong>ve</strong>ya doğum yerlerine nisbet edilerek<br />
“pîr” kelimesiyle birlikte anılmıştır. Meselâ<br />
Ahmed Yesevî’ye “pîr-i Türkistan”, Menâzilü’ssâ’irîn<br />
müellifi Hâce Abdullah Ensârî’ye “pîr-i<br />
Herat”, Şeyh Nâsûr’a “pîr-i Gûhistân” lakabı <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />
Zâhirî anlamda pîr seyrü sülûkü tamamlayıp insanları<br />
Hak yoluna irşad eden kimsedir (İsmâil<br />
Rusûhî Ankaravî, s. 28). Bu kullanımıyla pîr<br />
“tarikat şeyhi” anlamına gelir. Pîr mücerret bir<br />
şahsiyet ya da manevî <strong>ve</strong> ilâhî bir ilke de olabilir.<br />
Bu pîrin bâtınî manasıdır. Mevlana Celâleddin-i<br />
Rumî, “Pîr senin aşkındır, saçı sakalı ak olan değil.<br />
Pîr yüz binlerce ümitsizin elinden tutandır”<br />
derken (Mesnevî, V, 278) kelimeyi hem bâtınî hem<br />
zâhirî anlamıyla kullanmıştır. Pîrin delâlet ettiği<br />
rehber olma, irşat etme anlamı varlığın iki temel<br />
görünümü olan zâhir <strong>ve</strong> bâtında çeşitli varlık<br />
sûretlerine bürünür. İlâhî fiillerin âlemde tasarrufta<br />
bulunmasına mazhar oldukları, ulûhiyyetin<br />
müşahede edilmesi <strong>ve</strong> bilinmesinde insanlara<br />
mânen rehberlik yaptıkları için Cebrâil, akl-ı<br />
faal, kutub, gavs <strong>ve</strong> Hızır’a da pîr denilmiştir.<br />
Nitekim Hüseyin Vâiz-i Kâşifî Fütüv<strong>ve</strong>tnâme-yi<br />
Sultânî’de (s. 61) Hızır’ı Mûsâ’nın, Cebrâil’i Hz.<br />
Peygamber’in pîri olarak tanıtmaktadır.<br />
Meslek grupları, fütüv<strong>ve</strong>t erbabı <strong>ve</strong> Ahi<br />
teşkilâtında her esnaf zümresinin ilk manevî ustası<br />
<strong>ve</strong> zanaatkârı vardır, bu kişiye o zanaatın pîri<br />
denilir. Meselâ Hz. Âdem çiftçilerin, Nûh gemicilerin,<br />
İdrîs terzilerin, Dâvud demirci <strong>ve</strong> zırhçıla-<br />
201