27.08.2015 Views

T.C Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ​

1WQPJ6Jax

1WQPJ6Jax

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

A h i l i k<br />

A n s i k l o p e d i s i<br />

Cafer-i Sâdık’la görüştüğü, Ebû Hanife, Ebû Yusuf<br />

<strong>ve</strong> İmam Züfer’den dersler aldığı belirtilmektedir.<br />

Önceleri Irak Rey ekolüne mensup olan<br />

Şakîk-i Belhî daha sonra hadis ehlinin yolunu<br />

benimsemiştir. Kaynaklarda zikredildiğine göre<br />

Mâ<strong>ve</strong>râünnehir bölgesindeki savaşlara da katılmış<br />

<strong>ve</strong> muhtemelen Hâtim el-Esamm ile birlikte<br />

katıldığı bu savaşlardan birinde şehid olmuştur.<br />

Vefat tarihi hakkında ileri sürülen 153 (770),<br />

174 (790) <strong>ve</strong> 194 (809) tarihleri arasında, talebesi<br />

Hatim el-Esamm’ın 237 (851) yılında <strong>ve</strong>fat<br />

ettiği dikkate alınırsa, 194 tarihinin daha makul<br />

olduğu söylenebilir.<br />

Şakîk-i Belhî’nin özellikle te<strong>ve</strong>kkül konusundaki<br />

düşünce <strong>ve</strong> tercihleri tasavvuf tarihi açısından<br />

kayda değerdir. Zira o, te<strong>ve</strong>kkülün mahiyeti,<br />

sebepleri <strong>ve</strong> esasları üzerinde durarak bunun<br />

sonuçlarını değerlendiren ilk zahid olmuştur.<br />

Bu nedenle onun hakkında Sülemi, “Şakîk-i<br />

Belhî’nin hallere dair ilk söz söyleyen kişi olduğunu<br />

zannediyorum” demiştir.<br />

Kaydedildiğine göre Şakik-i Belhî hac esnasında<br />

İbrahim b. Edhem ile karşılaşmış, ona geçimini<br />

nasıl temin ettiğini sormuştu. İbrahim b. Edhem,<br />

“Elime birşey geçince şükrediyor, geçmezse sabrediyorum”<br />

deyince Şakik, “Belh köpeklerinin<br />

de yaptığı budur. Buldukları vakit riayetkar olur,<br />

bulamadıkları zaman sabrederler” demişti. Bunun<br />

üzerine aynı şeyi İbrahim b. Edhem Şakik’e<br />

sormuş, o da “Bulduğumuzda dağıtırız, bulamadığımızda<br />

şükrederiz” cevabını <strong>ve</strong>rmişti. Bu hadiseyi<br />

Kuşeyrî, Cafer-i Sâdık ile Şakîk-i Belhî arasında<br />

fütüv<strong>ve</strong>t ile ilgili olarak zikreder. Buna göre<br />

Cafer-i Sâdık’ın, Şakik Belhî’ye fütüv<strong>ve</strong>ti sorması<br />

üzerine “Verilince şükreder, <strong>ve</strong>rilmeyince sabrederiz”<br />

şeklinde izah etmiş; bunun üzerine Cafer-i<br />

Sâdık, “Bunu bizim Medine köpekleri de yapıyor”<br />

demiş <strong>ve</strong> “Biz, <strong>ve</strong>rilince dağıtır, <strong>ve</strong>rilmeyince<br />

şükrederiz” cevabını <strong>ve</strong>rmişti.<br />

Kulun Allah’a karşı mutlak bir varlığı <strong>ve</strong> mülkiyeti<br />

bulunduğu iddiasında bulunamayacağını ifade<br />

eden Şakîk, bu nedenle ihtiyacını sadece Allah’a<br />

arzetmek, mülkün gerçek sahibinden istemek gerektiğini<br />

<strong>ve</strong> te<strong>ve</strong>kkülün Allah’ın vaadine gönülden<br />

gü<strong>ve</strong>nmek olduğunu vurgular. Ona göre bir şahsı<br />

tanımanın yolu, onun Hakk’ın vaad ettiğine mi<br />

yoksa halkın vaad ettiğine mi daha çok itimat ettiğini<br />

bilmekten geçer. O nedenle kişi, yarını düşünmemeli,<br />

yarının rızık kaygısını taşımamalıdır.<br />

Bu konuda şöyle demektedir: “Allah sizi yarının<br />

namazından sorumlu tutmuyor ise siz de O’ndan<br />

yarının rızkını isteyemezsiniz. Zira yarına varıp<br />

varamayacağınız belli değildir”.<br />

Şakik-i Belhî kişinin kendi kusurlarıyla ilgilenmekten<br />

başkasının kusurlarını görecek fırsat<br />

bulamaması <strong>ve</strong> kendisinde Allah’ın iradesinden<br />

bağımsız bir irade görmemesi şeklinde tanımladığı<br />

zühd anlayışı nedeniyle talebesi Hâtim<br />

el-Esamm tarafından fütüv<strong>ve</strong>t ehli arasında sayılmıştır.<br />

Horasan sûfîliğinde daha ziyade sosyal<br />

içerikli bir şekilde yorumlanan fütüv<strong>ve</strong>t kavramı<br />

Şakîk-i Belhî’de daha farklı ele alınmış <strong>ve</strong> çoğunlukla<br />

bireysel bir ahlakî yaşantının esası olarak<br />

yorumlanmıştır. Nitekim “İbadet on parçadır,<br />

bunun dokuzu halktan kaçmak, biri de sükût<br />

etmektir” diyen Şakîk-i Belhî, insanlardan uzaklaşmayı<br />

afetlerden korunmanın bir yolu olarak<br />

kabul eder <strong>ve</strong> “İnsanlarla ateşle arkadaş olur gibi<br />

arkadaş ol; faydalı taraflarını al, alevlerinden<br />

kaç” tavsiyesinde bulunur.<br />

Şakîk-i Belhî’nin bu tutumu, onun fakr anlayışında<br />

da tezahür etmiştir. Ona göre fakr dünyevî<br />

bütün kaygıları terk edebilmektir. Kişi zenginliğini<br />

kaybedeceğinden korktuğu gibi fakirliğini de<br />

kaybedeceğinden korkmadıkça gerçek anlamda<br />

fakîr olamaz. Şakîk-i Belhî’nin, rızık peşinde<br />

koşmayı, sebeplere yönelmeyi, tümüyle Allah’a<br />

yönelme, rızık kaygısı taşımama <strong>ve</strong> ihtiyacını<br />

sadece Allah’a arzetme şeklindeki te<strong>ve</strong>kkül <strong>ve</strong><br />

tevhid anlayışına ters görmesi onu Horasan tasavvufunda<br />

ayrı bir yere koymamızı gerektirmektedir.<br />

Zira bu yaklaşım, özellikle te<strong>ve</strong>kkül<br />

konusunda daha mutedil bir çizgiyi benimseyen<br />

Horasan kaynaklı melâmîliğin klasik çizgisinden<br />

farklı bir duruşu ifade eder. Şakîk-i Belhî’nin benimsediği<br />

bu çizgiyi talebesi Hâtim el-Esamm <strong>ve</strong><br />

Ebu Osman el-Hîrî sürdürmüştür.<br />

KAYNAKÇA:<br />

Attâr, Ebu Hâmid Muhammed b. İbrahim Feridüddin, Tezkiretü’l-<br />

Evliyâ, (çev. Süleyman Uludağ), İstanbul 1991; Abdurrahman<br />

Câmî, Nefehâtü’l-üns min hazarâti’l-kuds, (çev. <strong>ve</strong> şerh. Lâmiî<br />

Çelebi, haz: Süleyman Uludağ-Mustafa Kara), İstanbul 1995;<br />

Ebû Nuaym el-Isfahânî Ahmed b. Abdullah, Hilyetü’l-evliyâ <strong>ve</strong><br />

tabakâtu’l-Asfiyâ, I-X, Dâru’l-Küttâbi’l-Arabî, Beyrut 1405; el-<br />

Hucvîrî, Ebu’l-Hasan Ali b. Osman, Keşfü’l-Mahcûb, (çev. Mahmud<br />

<strong>ve</strong> AhmedMadî Ebu’l-Azâim), Kahire 1974; İbnü’l-Cevzî,<br />

Cemâlüddin Ebu’l-Ferec Abdurrahman, el-Muntazam fî Târihi’l-<br />

Mülûk<strong>ve</strong>’l-Ümem, I-XII, (yay. Muhammed <strong>ve</strong> Mustafa Abdulkadir<br />

Atâ), Beyrut 1992; İbnü’l-Esîr, Muhammed b. Muhammed<br />

b. Abdulvâhid, el-Kâmil fi’t-Tarih, I-X, Beyrut 1995; İbnü’l-<br />

Mulakkın, Ebu Hafs Ömer, Tabakâtü’l-Evliyâ, (yay. Mustafa Abdülkadir<br />

Atâ), Beyrut, 1998; İbn Tağriberdî, Ebu’l-Mehâsin Cemaluddin<br />

Yusuf, en-Nücûmü’z-Zâhira fî Mülûki Mısır <strong>ve</strong>’l-Kâhire,<br />

I-XIV, el-Müessesetü’l-Mısrıyye, Mısır, ts.; el-Kuşeyrî, Ebü’l-<br />

Kâsım Abdülkerim b. Hevâzin, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye, (yay.<br />

Maʻruf Zerrûk-Ali Abdülhamid Biltacî, Beyrut, ts.; es-Sülemî,<br />

255

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!