Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
diye cevapladı. Kavgaya hazırdı. Deniz bir an duraksadıktan sonra, “Müsait değilsen sonra<br />
konuşalım.” dedi. Can durdu, Deniz’in sonra konuşmakla neyi kast ettiğini bilmiyordu ve sesi<br />
saldırgan değildi. Can, “Müsaidim.” dedi. Deniz, Can’ın sesindeki tuhaflıktan inanmamıştı<br />
müsait olduğuna, “Yok abi, sen müsait olunca ara konuşalım. Yardım edebileceğim bir durum<br />
olursa haber ver.” dedi samimiyetle. Can’ın sesindeki soğukluk hemen gitti, “Ben seni<br />
arıycam, sağ ol.” dedi samimiyetle ve telefonu kapattılar. Duru anlatmamıştı... Duru, olanları<br />
Deniz’e anlatmamıştı!..<br />
- 95 -<br />
Çöp toplama işi sıradan başladı. Aynı güzergahta, aynı i stikamete doğru ilerledi Göksel,<br />
aynı çöplere uğrayarak. Kimse onun bölgesine bulaşmıyordu artık, birkaç kişiyle aynı anda<br />
yaşadığı tartışmadan ve konuya net bir şekilde açıklık getiren gövde gösterisinden sonra<br />
kimseyle karşılaşmadı bir daha.<br />
Ada’nın evine birkaç kilometre kalmıştı ki çektiği yüke rağmen koşmamak için zor tuttu<br />
kendini. Adımlarını kontrol altına almak iyice ağırlaşmış el arabasını çekmekten daha zor<br />
geliyordu. Ada’nın evi köşeden gözüktüğünde iyice yavaşladı ve sıradaki üç çöp konteynırını<br />
geçip Ada’nın evine varmadan bir önceki konteynırdan birkaç parça aldı. Evin ışıklarından<br />
sadece bir tanesi yanıyordu. Yoldan araba geçtikçe eve odaklanmış donuk bakışlarını öne<br />
eğmeye özen gösteren Göksel, yavaşça evin karşı kaldırımında duran konteynıra yürüdü. Önce<br />
konteynırı karıştırdı ama tüm dikkati evdeydi ve etrafta kimsenin olmadığına karar verince el<br />
arabasını kaldırıma çıkarıp çöpün arkasına aldı ve kaldırımın kenarına oturup elindeki<br />
eldivenleri çıkardı, düzgün bir şekilde kaldırıma koydu. Cebinden çıkardığı steril losyonuyla<br />
ellerini iyice ovuşturdu ve bir enstrüman sesi duyabilmek umuduyla ışığı yanan odaya baktı<br />
ama uzaklarda çalan bir alarmdan ve arada havlayan sokak köpeklerinden başka ses yoktu.<br />
Ada uyuyordu. Birkaç dakika öylece oturduktan sonra taksiyle evlerine gelen sarhoş bir çiftin<br />
dikkatini çekmemek için hemen kalkıp eldivenlerini giydi ve çift taksiden inip eve girene<br />
kadar çöpten birkaç parça şey ayıklayıp zaten dolu olan el arabasına tıktı. Artık gitmeye<br />
hazırdı. El arabasını kaldırımdan indirip ilerlemeden önce eve baktığında, evin şimdi<br />
tamamen karanlık olduğunu gördü. Artık gitmeye hazırdı, arabasını ittirmeye başlamıştı ki çok<br />
dikkatli dinlemek zorunda kalsa da duydu. Biri viyolonsel çalıyordu. Hayır, bu Ada değildi,<br />
kayıttan çalan bir müzikti. Ada’nın çaldıklarından daha farklı, daha kabullenmiş bir hali vardı<br />
bu müziğin. Kaldırımda öylece dinlemeye çalıştı. Arada geçen arabalar ve uzaktan gelen<br />
sokak köpeklerinin sesleri arasında, sonradan Samuel Barber adlı birine ait olduğunu<br />
öğreneceği Adagio for String adlı parçayı dinledi. O zaman pek anlamamıştı ama Ada ona bu<br />
parçanın kendisine Göksel’i hatırlattığını söylediğinde, bu parça hayatının en önemli<br />
anlamlarından biri haline gelecekti.<br />
Göksel eve daha da fazla yaklaşmaması gerektiğini biliyordu, neyse ki müzik şimdi sanki<br />
daha net duyuluyordu, bu netliğe neyin neden olduğuna baktığında daha önce ışık olan odadaki<br />
pencerenin şimdi açık olduğunu gördü. Dikkatle dikti gözlerini. Çalan müziğin dalgalar<br />
halinde beyninde sinyaller uyandıran notaları sanki gözlerini kırpmasını engelliyordu ama<br />
aralanmış pencerede kimse yoktu. O pencere, o müzikle kazındı beynine. Nadiren gözlerini<br />
kırparak baktı pencereye müzik bitine kadar, kıpırdamadan izledi. Hissettiği şey korkuydu,