24.11.2015 Views

II ULUSLARARASI ÇOCUK VE GENÇLİK EDEBİYATI SEMPOZYUMU

CY5mNcim

CY5mNcim

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

olarak ortaya konan matematiksel şablonlar ve tablolar, rakamlar ve istatiksel veriler pek etkilememektedir.<br />

İnsan bilincine asıl ulaşan hikâyelerdir. İnsan bu hikâyeler aracılığıyla doğanın<br />

kendi hizmetine sunulmuş sınırsız bir kazanç kaynağı veya yalnızca güzellikleriyle hizmet veren<br />

bir dinlenme ortamı olmadığını anlayabilir.” (Opperman, 2009, s.5) Doğanın insana hizmet<br />

etmesi gerektiği düşüncesi insanın doğa karşısında kendini efendi kendi dışındaki varlıkları da<br />

köle ilân etmesine ve bu doğrultuda hareket etmesine neden olmuştur. İnsan kendine direnen<br />

doğaya her türlü işkenceyi reva görür. Doğanın sahibi olduğunu düşünen insan, doğanın kendisini<br />

içine almasını kabul etmek yerine doğayı zapt etmeyi seçer.<br />

Yeryüzünde yaşanan ekolojik krizin elbette farklı birçok sebebi vardır. Feministlere göre<br />

“Ekolojik kriz, doğal ve dişil olan her şeyden nefret eden ‘beyaz, batılı ve eril’ felsefi, teknolojik<br />

ve ölüm üreticisi sistemlerle bağlantılıdır. İşçi sınıfının, zencilerin, yerli halkların, kadınların ve<br />

hayvanların sistematik bir biçimde aşağılanması, batı uygarlığının temelinde yatan düalist yaklaşımla<br />

yakından ilgili. Bu yaklaşım, beden-akıl ikilemine dayanır ve erkeği akılla özdeşleştirirken,<br />

kadını ve “aşağı” ırk ve sınıfları doğayla ilişkilendirir.” (Berktay, 1996,s.73)<br />

Ekofeminizme göre doğanın sömürülmesi ve kadının sömürülmesi arasında bir bağ vardır.<br />

Her türlü ayrımcılığın karşısında olan ekofeministler doğanın sömürülmesine karşı duran<br />

gruplar arasında farklı bir yere sahiptir. “… ekofeministler kadınların ve doğanın ezilmesinin<br />

temelinde ataerkil düşüncenin, kapitalizm, militarizm ve sömürgecilik gibi ideolojilerin, yani<br />

egemen olmaya dayanan ilişkiler sisteminin yattığını vurgulamış ve bu durumun incelenmesine<br />

yarayacak ilginç formüller geliştirmiştir.” (Tamkoç, 1996, s.77-78)<br />

Zülfü Livaneli’nin, Son Ada’nın Çocukları adlı eseri insan merkezli yaşam biçiminin insan<br />

ve çevre üzerinde yaratmış olduğu olumsuzluklara dikkat çeker. Eserde, insan merkezli<br />

yaşam biçiminin insanın doğaya, diğer insanlara ve hatta kendine yabancılaşmasına neden olduğu<br />

anlatılmaktadır. Son Ada’nın Çocukları’nda olayların geçtiği zaman ve mekâna dair net bilgiler<br />

yoktur; fakat anlatılanlardan olayların günümüz Türkiye’sinde geçtiği anlaşılmaktadır.<br />

Hikâye çok az insanın bildiği, gözlerden uzak cennet gibi bir adada geçmektedir ve hikâyede bu<br />

adada yaşayan kırk aile arasındaki olay ilişkilerine yer verilmiştir. Başkanın adaya gelişiyle<br />

birlikte adadaki yaşam da değişmeye başlar. Başkan adada kendi cennetini kurmak ister. Onun<br />

bu isteği adadaki bazı insanların ve diğer canlıların yaşamını cehenneme çevirir. Başkanın dayatmaları,<br />

insanlara ve çevreye hükmetme arzusu adadaki yaşam biçimini değiştirir.<br />

Başkan için doğa ele geçirilmesi gereken yabani bir ötekidir. Emekliliğinden önce elde ettiği<br />

politik gücü insanlar üzerinde kullanırken bir taraftan da doğaya kendince bir düzen vermeye<br />

başlar. Bu politik güçteki eril kodlar başkanın adadaki yaşamında varlığını hep hissettirir.<br />

Başkan adadaki işlerin düzenli hâle gelmesi gerektiğini söyler ve bu söylemin ardından sözde<br />

demokratik bir şekilde seçilerek yeni yönetimin başkanı olur. Bu sayede kaybettiği iktidarını<br />

adada yeniden kazanır. O “eski bir devlet başkanı” (Livaneli, 2015, s.22) ve “bir diktatördür.”<br />

(Livaneli, 2015, s. 23) Adada beş kişilik bir yönetim kurulu oluşturulur. Başkana göre kurulda<br />

kadın üyeler de olmalıdır; çünkü medeniyet bunu gerektirir.<br />

“Şimdi kalan üç kişiyi seçeceğiz ama ben demokratik ve modern bir toplumda kadınların<br />

da erkeklerin hemen yanı başında yer alması gerektiğini düşünen biriyim. Saygıdeğer kadınlarımız,<br />

analarımız, eşlerimiz, kız kardeşlerimiz toplum hayatına karışmalı, yüksek sorumluluklar<br />

üstlenmeli. Bu nedenle kurulumuza bir kadın üye seçmeyi öneriyorum.” (Livaneli, 2015, s. 54)<br />

Beş kişilik kurulda bir kadının olması ve onun da kendi eşi olması kadına verdiği değerin<br />

‘mış’gibi yapmaktan öteye geçmediğinin göstergesidir. Başkan ataerkil zihniyeti her yönüyle<br />

temsil eden özelliklere sahiptir. Ataerkil aile düzeni başkanın evinde kendini hissettirir. Başkan<br />

evdeki tek söz sahibidir; evde onun emirleri doğrultusunda bir yaşam sürdürülür. Her koşulda<br />

kocasını onaylayan bir eş ve yine her koşulda kendilerini dedelerine saygı göstermek zorunda<br />

hisseden çocuklardan oluşan bu ailede kararları alan Başkan’dır. Dolayısıyla kurulda bir kadının<br />

olması erkek egemen yapıyı değiştirmez. Başkanın eşi Başkan’ın arkasında yürüyen ve onun<br />

sözlerini onaylayan bunun dışında herhangi bir varlık göstermeyen / gösteremeyen eril güce<br />

teslim olmuş bir kadındır. Başkan eşini ve bir numaradaki dostunu arkasına alarak yönetimdeki<br />

diğer iki kişiye rağmen istediği kararları alabilecektir.<br />

366 <strong>II</strong>. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!