24.11.2015 Views

II ULUSLARARASI ÇOCUK VE GENÇLİK EDEBİYATI SEMPOZYUMU

CY5mNcim

CY5mNcim

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

1.Bölüm<br />

İnsanoğlu tabiata hep derin anlamlar yüklemiş, tabiatın murakabesinin metafiziksel gerçeklere<br />

açılan bir kapı olduğunu düşünmüştür. Bunun içindir ki tabiatı günümüzdeki gibi amprik<br />

yöntemlerle değil metafizik yöntemlerle anlaşılabilecek kutsal bir yapı olarak düşünmüştür.<br />

Bu düşünceden ötürü bir değerler sistemiyle tabiata yaklaşmıştır.Afrika yerlilerinden Kızılderililere,<br />

İslam uygarlığından Hint, Uzakdoğu uygarlıklarına kadar bütün kadim uygarlıklarda çevreye<br />

günümüzün popüler tabiriyle “ekolojik” bir bakış açısı söz konusudur (Uslu, 1995: 9). Tüm<br />

çevreyi tek bir çevre kabul edip, her şeyin birbiriyle olan karşılıklı ilişkisini kabul eden bir bakış<br />

açısıyla değerlendirmiştir. Kendisini “çevreden soyutlamayıp ona uzaktan bakmamış, tüm canlıların<br />

bir bedeni ve varlığı olduğunu kabul etmiştir.” (Arzen,2006: 7). Günümüzde modern bir<br />

felsefe yaklaşımı olan “çevre estetiği” de bu kadim algıyı yeniden canlandırmak için gereken<br />

öğretileri ve perspektifi tartışmaya açmıştır.<br />

Günümüzde ise tabiat konusundaki hakim fikrin yukarıda anlatılan yaklaşımlardan tamamen<br />

farklı olduğunu görüyoruz. Son birkaç yüzyıldan beri “tabiat ya savaşılması ya mağlup<br />

edilmesi gereken vahşi bir düşman veya alınıp satılabilen bir meta, yahut bir hammadde kaynağı<br />

vs şeklinde telakki edilmektedir” (Uslu, 1995: 11). Vahşi tabiatı ıslah etme, “ehlileştirme” telakkisi,<br />

onun gizemini çözdüğünü iddia eden ve ona boyun eğdiren egemen anlayışla beraber<br />

sömürü haline almış, tahrip boyutuna ulaşmıştır. Ayrıca “bilimsel devrim ve ileri teknolojinin<br />

beslediği bu tahrip edici bilinç (Yelken, 2005: 125) neticesinde insanoğlu çevreye yabancılaşmıştır.<br />

Çevreyi bir makine gibi gören insanoğlu, “madem bir problem var o halde bunu bozulan<br />

bir aleti tamir eder gibi halletmek gerekir” diye düşünür(Uslu, 1995: 15) ve her geçen ona biraz<br />

daha yabancılaşır.<br />

Bu yabancılaşma, varoluşun temelinde maddenin yattığı söyleminden beslenir. Çevreye<br />

yönelik radikal değişimin başlangıcı diyebileceğimiz Aydınlanma Dönemi “yeni insan” tipi için<br />

dünya artık “birbirinden kopuk nesneler yığınından oluşan dev bir makinedir.” (Uslu, 1995: 55).<br />

Varoluşu maddeye indirgeyen bu yeni yaklaşım sonucu her türlü metafizik ve vahye dayalı<br />

kozmolojik öğretiler terk edilmiştir. Tabiatla uyum içinde olmaya çalışan insan yerine onun her<br />

türlü gizemini çözmeye çalışan, ona hakim olmak için onunla çatışan bir insan gelir. Bu kıpır<br />

kıpır, yerinde duramayan “yeni insan”, doğada keşfedilmemiş ve sömürülmemiş hiçbir bakir<br />

alan kalmaması için yoğun bir mücadele vermiştir. Reform hareketleri ve bilimsel devrimle<br />

birlikte büyük bir hız kazanan bu süreç neticesinde “dünyayı insandan koruyacak hiçbir güç<br />

kalmamıştı.” “Hikmeti aramaya yönelik bilgi anlayışından insanın hakimiyetini artırması için<br />

elinde bir güç olarak gördüğü bilim anlayışına, kutsal bir niteliğe sahip kozmostan da mekanik<br />

kurallara göre işleyen evren anlayışına geçilmiştir.” (Uslu, 1995: 56). Kartezyen düşünceyle<br />

birlikte madde ve ruhun ayrılması insanın eşyaya hatta kendine bakışında büyük bir yabancılaşmaya<br />

sebep olmuştur. Yaşanan bu epistemolojik ve ontolojik kırılma bugün etkisini artarak<br />

gösteren çevre sorunlarının teorik açıklamasıdır. Yaşanan sorunların felaket boyutuna ulaşması,<br />

diğer canlılarla birlikte insan neslini tehdit etmeye başlaması ve yeryüzünün artık taşıma kapasitesinin<br />

azalması insanoğlu bu felaketten nasıl kurtulacağı ile ilgili arayışlara başlamıştır. Son<br />

yıllarda insan teki, dehşetle şu iki hususun ayırtına varmış görünmektedir: birincisi bu dünyadan<br />

başka yaşanabilecek bir dünya yoktur; ikincisi bu dünyanın sahip olduğu kaynaklar sınırlıdır<br />

(Aral, 2007: 64).<br />

Bu farkındalık neticesinde çevre sorunlarının acil çözümü için devreye pek çok aktör<br />

girmiştir. Sorunun ciddiyeti ve çapı, konunun bilimsel olarak ele alınmasını zorunlu kılmıştır.<br />

Pek çok ülkede bilimsel toplantılarda konuyla ilgili konferanslar gerçekleşmekte, çeşitli sivil<br />

toplum kuruluşları meseleye dikkat çekerek kamuoyu oluşturma çabaları yürütmektedir. Akademinin<br />

de katkılarını esirgemediği konuyla ilgili olarak ekoloji, tıb, biyolojik bilimler ve çevre<br />

bilimi gibi fenni bilimlerin yanısıra sosyal bilimler konunun üzerine yoğunlaşmaktadır. Felaketlerin<br />

önlenemez bir şekilde artması ve meydana gelen ağır sonuçlar neticesinde din ve felsefe<br />

branşındaki uzmanlar da meseleye ahlâki ve etik açılardan yaklaşarak katkıda bulunmaktadır.<br />

Böylece çevre sorunlarıyla ilgili olarak interdisipliner bir anlayış ortaya çıkmaktadır. Yaşanan<br />

felaketlerin insan hayatını tehdit ediyor oluşu hükümetler nezdinde gündeme alınmış, “çevre<br />

sorunlarıyla ilgili olarak pek çok uluslararası sözleşmeler, ‘yumuşak hukuk’ denen ve teknik<br />

<strong>II</strong>. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu 439

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!