24.11.2015 Views

II ULUSLARARASI ÇOCUK VE GENÇLİK EDEBİYATI SEMPOZYUMU

CY5mNcim

CY5mNcim

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

ını ister ve hoşuna gideni yapar” (Rousseau, 2006:46). Eğitim verilmek istenirken sürekli kısıtlamalarla<br />

ya da belirlenmiş toplumsal konumlara göre davranması, onun “iyi, sevilen, kabul<br />

edilebilir bir çocuk” olması hayattaki tek gayesi olarak önceden belirlenmiştir. Bireyin ailesi ve<br />

çevresine en üst düzeyde faydalı biri olmasında bir sakınca yoktur. Asıl mesele, çocuğun kendi<br />

kararları görmezden gelinerek ona biçilen rolü oynamasını istendiği noktada ortaya çıkar.<br />

Eğitimin “ilk adım”ı sayılabilecek, için ilkçağlardan beri en iyi anlatım yollarından biri<br />

olarak masallar, çocukların zihinlerine birtakım kültürel kodlarla işlenmiştir. Ezop Masalları’nda<br />

ahlak, erdem, iyilik, Kırmızı Başlıklı Kız’da toplumsal cinsiyet, Külkedisi vb. masallarda<br />

yoksulluk ve yoksulluğa katlanmanın sonucunda ödül gibi gösterilen ihtişamlı bir hayata kavuşma<br />

ya da bizim ele alacağımız Pinokyo’nun yalan söylemesi ve aileden uzaklaşması sonucunda<br />

başına gelebilecek türlü belalar, her dönemde nasihatlerin kalıcılığını sağlamak maksadıyla<br />

yıllarca ve hala etkili bir söylem aracı olarak kullanılmaktadır. Pinokyo Masalı’nda baba<br />

sözü dinlemeyerek veya itaate başkaldırarak evi terk eden ya da yalan söyledikçe uzayan buruna<br />

sahip bir çocuğun serüveni anlatılır. Verilmek istenen mesaj gayet açıktır: Yalanın kötü bir davranış<br />

olduğu, küçük bir çocuğun okulu reddederek evi terk etmesi halinde baş edemeyeceği<br />

kötülüklerle karşı karşıya kalması ve en sonunda söz dinlediği takdirde mutlu sona ulaşması.<br />

Bütün bunlar bu masalın görünen yönüdür. Oysaki diğer taraftan yaratılış yönü itibariyle bambaşka<br />

öyküsü olan tahtadan yontulmuş bu çocuk, daha en başından bir babaya sırf çocuk olabilmek<br />

için bir hayalin, bir projenin ürünü olarak karşımızda durmaktadır. Bugün ebeveynlerin<br />

de düştükleri hata budur. Anne-baba kendi hayatlarında başaramadıkları veya özlemini duyup<br />

da bir fırsatını bulup gerçekleştiremedikleri hayallerini, çocuklarına “sıfır sorun” lu bir hayat<br />

sunmaya çalışarak, aslında ona sormadan, onun adına kararlar alarak, kendi görmek istedikleri<br />

yere taşıma gayreti içerisine girmektedirler.<br />

İnsanın ömrü belli değildir. Bunun için Rousseau,” O halde erişileceği kesin olmayan gelecek<br />

için bugünü mahveden eğitim hakkında ne düşünmelidir? Bu eğitim anlayışı, çocuğu türlü<br />

zincirlerle bağlayarak ve elde edeceği mutluluklara kavuşacağı iddiasıyla çocuğu sefalete<br />

mahkûm ederek işe başlar. Böyle bir eğitim, gayesi düşünüldüğünde mantıklı kabul edilebilir.”<br />

(2006:38) Ancak bu noktada çocukları kürek mahkumlarına benzeterek hayatlarını esaret altında<br />

geçirdiklerine dikkat çeker.<br />

İnsanların ve gelecek nesillerin devamlılığını sağlayacak olan çocukların, iyi bir eğitim<br />

almasının önünde özgürlüğü engel olarak görmek mümkün değildir. Ancak her insanın bir robot<br />

değil de etten kemikten oluşan, duyguları, hisleri, istekleri, davranış ve tutumlarıyla birer insan<br />

olduklarını unutmamak gerekir. Sartre (1990:72), “İnsan kendi özürlüğüne mahkumdur, zorunludur”<br />

der. İnsanı diğerlerinden ayıran onun farklılıkları, düşünceleri, fikirleri, hayata bakış<br />

açısıdır. Tek tipleştirilmeye çalışılan insanoğlu üzerinde yapılan çalışmalarda gözden kaçırılan<br />

en temel ve basit nokta; insanın özgürlüğüne karşılık hayatındaki her şeyini feda edebilme cesaretinde<br />

saklı olmasıdır.<br />

Rousseau (2009:194), çocuk eğitiminde ve onları yönlendirme konusunda rekabet, kıskançlık,<br />

arzu, gurur, açgözlülük ve korku gibi kavramlara işaret ederek bunları tehlikelerine<br />

dikkati çekmek ister. “…bunlar en tehlikeli tutkulardır ve beden gelişmesi tamamlanmadan önce<br />

ruhu bozacak ve yozlaştıracak şeylerdir…” bunlara panzehir olarak “özgürlük” kavramını öne<br />

çıkarır ve çocukların istediği alanda yönlendirilmesi gerektiğine vurgu yapar.<br />

Türkiye'nin suda doğumla dünyaya gelen ilk bebeği Zirve Doruk Kesican, Türkiye'nin<br />

modern usüllere göre yetiştirilen ilk çocuğu... Daha annesinin karnındayken klasik müzik dinletilerek<br />

hayata hazırlanan Zirve Doruk, 1985 yılının haziran ayında Türkiye'de bir ilki gerçekleştiren<br />

annesi Ebru hanım tarafından suda dünyaya getirildi. Çocuklarının gelişimine verdikleri<br />

önemi "Oğlumuzun içine doğduğu evrene saygılı, özgüvenli ve bizim başaramadıklarımızı gerçekleştirebilecek<br />

bir çocuk olması için her şeyi yaptık" sözleriyle özetleyen anne Ebru Kesican,<br />

biricik yavruları Zirve Doruk hakkında şu bilgileri verdi: Eşim ve ben, Zirve Doruk için o zamanın<br />

en modern usulleri neyse hepsini birer birer uyguladık inanın. Oturmasını, kalkmasını,<br />

tuvalet adabını, kaç yaşında hangi arkadaşları ile ne oynayacağını falan hepsini kitabına uygun<br />

yaptık. Koca insanlarız, şu yaşa kadar daha bir kere psikoloğa gitmedik; Zirve Doruk belki iki<br />

<strong>II</strong>. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu 581

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!