30.05.2016 Views

sempozyum_bildiri_kitabi

sempozyum_bildiri_kitabi

sempozyum_bildiri_kitabi

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

gerçek bir sevgiye ulaşabilmektir. Böylesi bir tekâmül ise ancak önemli bir terbiye ile, nefs terbiyesi<br />

aşamasından geçmekle mümkün olabilir. Kişinin egosunu karşısına alması ve sürekli murakabe<br />

yapması ile, yani self‐reflexivity şeklinde kodlanabilecek olan bir içsel takip süreci ile nefsin safiyane<br />

hale getirilmesine çalışılır. 11 Burada ulaşılacak özel bir bilgi türü de vardır: Ledün ilmi. Fakat bu hiç de<br />

kolay bir süreç değildir: Celaleddin Rumî’nin de Mesnevîsi’nde çok çarpıcı bir biçimde “Firavun da<br />

sensin, Musa da…” minvalinde sıklıkla belirttiği gibi 12 , kendi içinde kendisine düşman ya da dost olan,<br />

olabilecek olan, yani bir anlamda da kendisi ile barışık, selleme kökünden geldiği gibi, müslüman, yani<br />

teslim olmuş ve selamete çıkmış kişi olmak, yalnızca birtakım pratikleri kuru kuruya uygulamaktan da<br />

çok öte bir şeydir. 13 İşte bu anlamda tasavvufun bir yöntem ve ilim olarak karşımıza çıkışı, başka<br />

alanlarda daha muhtemel bir tavır olarak beklenebilecek olan erkek‐egemen bakış açısını da kırıcı,<br />

radikal bir etkiye sahiptir. Çünki sufi eğitimde, erkek de, bizzat ezilmenin, çilenin, “insan olarak<br />

hemcinsi”nden ayrışmanın getireceği bir sınavdan geçmektedir. Bu elbette sûfi literatürde de erkek<br />

egemen söylemin hiçbir şekilde mevzubahis olmadığı anlamına gelmez; Sûfî Gözüyle Kadın adlı<br />

çalışmasında Süleyman Uludağ, sûfî gelenekte kadına erkeklerin bakışını ele almış, en ince ve en üst<br />

anlayışı belki yine bu gelenekte bulabildiğimiz gibi, Hristiyanî ya da İsrailiyat denilen alandaki<br />

söylemin kadını ikincilleştirici yaklaşımını aynen ve Kur’an’ın ruhuna aykırı olarak bu alanda da<br />

görebildiğimiz örnekleri de anmıştır. 14 Öyle ki, kadının erkeğin ermesindeki rolü ve elbette kendi<br />

şahsına ait erdemli ve ulvî duruşuna ve yetişmesine olgunlukla bakan ve bu gerçeğin hakkını veren<br />

mutasavvıflar ve dervişler olduğu gibi, kadından kaçınan ve hatta onu hor gören, adeta insan<br />

kategorisinden çıkarıcı bir söylemi sahiplenen şahsiyetler de yaşamıştır. Ancak Uludağ’ın da belirttiği<br />

gibi, birçok sûfî şehveti, cinsiyeti bir yana bırakarak kadına sırf bir insan olarak bakabilmiştir 15 ve bu<br />

durum tasavvufun ayrı ve öncü bir konumda oluşunun göstergesidir. Diğer yandan bunun, İslam<br />

kültüründeki “cinsiyet” değil de “toplumsal cinsiyet” anlayışına denk geldiği tespitine yer vermek<br />

istiyorum. Ne var ki kanımca bunu özellikle de batılı gender‐toplumsal cinsiyet çalışmalarının<br />

zemininden ayıran önemli bir ayrışma noktası da İslam kültürünün bir yandan da yine paradoksal bir<br />

şekilde özellikle insanın toplumsallığı ve toplumsallaşması açısından cinsiyete, “fıtrat” anlayışı<br />

zemininde verdiği yer ve önemdir. 16 Kadınlara karşı perhizkar olma ve onlardan kaçınma gibi<br />

tutumların belirdiği ilk zamanlara karşın, hicrî 2.‐milâdî 8. yy. ve daha sonraki asırlarda yaşayan zâhid<br />

ve sûfîlerde evlenme yönünde güçlü temayüllerin belirmesi, onların evlendikten sonra kadınların<br />

hukukunu gözetmeyi tavsiye etmeleri, diğer yandan evlenmeyi tercih etmeyen bazılarının da bu<br />

hukuku gerçekleştirememekten çekinmiş olmaları nedeniyle bekâr kalmaları önemli hassasiyetler<br />

arasındadır. 17 Çünki sûfî ince kişidir. Sadece üzerinde emanet olan rolleri en iyi ve hakkaniyetli şekilde<br />

ifa etmeye çalışır. Böyle bir irfanda, erillik ve dişillikten bir iktidar mücadelesi alanında bahsetmenin<br />

yersiz olacağı da aşikârdır. Bu düzlemde belki en zirve isim ise, bütün yerleşik ve özellikle de ataerkil<br />

anlayışları neredeyse tersine çeviren, oldukça üst düzey bir tefsir yapan, hatta bu tefsiri ya da irfânî<br />

bilgiyi ilhamla aldığını bildiren İbn Arabî hazretleridir. 18<br />

İşte bu kültürden beslenmiş ve okumalarını, güncel araştırma ve ortamlarını buna göre<br />

oluşturmuş bir şahıstır Emine Hanım. Kendisini inanılmaz derecede geliştirmiştir; tasavvuf, hitabet,<br />

tefsir, hadis gibi ilimlerle ciddi şekilde uğraşarak eğitimci bir yan edinmiştir. Ayrıca edebiyat elbette<br />

bu alanın olmazsa olmazıdır. Bir Mesnevî talebesidir, bununla birlikte bütün sûfî meşreplerle ve<br />

mutasavvıflarla ilgili bilgiyi okur, değerlendirir, üzerinde tefekkür eder. Emine Hanım, eşinin<br />

vefatından sonra ise özenle yetiştirip yine birer derviş gibi büyüttüğü oğullarını evlendirdikten sonra,<br />

hiç beklemediği bir şekilde yalnız kalmıştır. Burada onu şaşırtan şu olmuştur; geleneksel rollerde ve<br />

kadının da kendini aslında hem özgür ve hem de güvende hissettiği erkeğin koruması ve onu bir<br />

emanet gibi sahiplenmesi düzleminde bir algı, bilgi ve beklentiye sahipken, modern hayatın içinde tek<br />

başına bir kadın olarak hayatı üstlenmek durumunda kalmıştır. Aslında kendi deyişi ile, bunu Allahla<br />

olan münasebeti açısından, ve elbette bir birey, bir şahsiyet olarak tekâmül ve güçlü olmak açısından

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!