30.05.2016 Views

sempozyum_bildiri_kitabi

sempozyum_bildiri_kitabi

sempozyum_bildiri_kitabi

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Urfalı kadının kocasının yaptığı gibi, hısım‐akrabalık ilişkilerini, soyun devamını ve kendi statüsünü<br />

düşünerek, ilk karısına ‘ayrı ev’ açmak; ya da Urfalı kadının kocasının deyişiyle bu şekilde namusunu<br />

kurtarmak çözüm müdür? Kadın psikolojisinin önemsenmediği bu sistemde, Urfalı kadın maddi<br />

imkânsızlık yanında, ataerkil normlarla kıstırılmış olduğu için sistemin dışına çıkamamakta;<br />

boşanamamaktadır. Dindar olmasına rağmen, dinle harmanlanmış gelenek içerisindeki ezilmişliğini<br />

kabullenmek zorunda kaldığı için ruhu acı çekmekte; bu yüzden de içten içe durumuna isyan<br />

etmektedir. Urfalı kadın bu durumda, evlilik bağını koparmadan cinselliğini süresiz olarak askıya<br />

almaktadır. Kuması nezdinde uğradığı prestij kaybı da göz önüne alındığında, manevi bir tacize maruz<br />

bırakıldığı söylenebilir. Karısının maddi açıdan yalnız yaşama imkânı olmadığını da bilen Urfalı adam,<br />

boşanmayarak aslında kendi statüsünü toplum nazarında korumaya çalışmaktadır. Öte yandan, Urfalı<br />

kadın evli mi, dul mu olduğu anlaşılamayan bir statüye 6 , üstelik de kendi (zorunlu) rızasıyla, mahkûm<br />

edilmektedir.<br />

Sonuç<br />

İki kadının anlatılarında, gelenekle harmanlanmış din olgusunun yaşamlarındaki izdüşümlerine<br />

baktığımızda, kadınların toplumdaki ezilmişliği konusunu ön plana çıkardıklarını görürüz. Kadınların<br />

ezilmişliği konusunu dile getirirken ikisi de kul hakkının yenmesi kavramına atıfta bulunmaktadır.<br />

Çünkü onlara göre kul hakkı, ikisinin de yaşantılarında deneyimlediği gibi, Kur’ani ahlâkın özünde<br />

bulunmaktadır. Ancak, iki anlatıda önemli bir fark da ortaya çıkmaktadır. Urfalı kadın kendi öznelliğini<br />

aile kurumu üzerinden kurmak zorunda kalırken, kentsoylu Ankaralı kadın öznelliğini bağımsız bir<br />

birey olarak kurabilmektedir. Gerek kentsoylu kadının anlatısında ön plana çıkan, traktör parası<br />

veremediği için başlık parası verip çok eş alan ve karılarının emeğini tarlada daha ucuza kullanan<br />

erkekler, gerekse kendisine erkek çocuk doğuramadığı ve onu kamusal alanda temsil edemediği için<br />

karısı üzerine kuma getiren erkek, ataerkil düzende kendi rollerini oynamaktadır. Berktay 7 İslam<br />

toplumunda erkeğin çokeşliliğinin, iki cins arasındaki etkileşimin zorunlu olduğu üreme alanında,<br />

gene iki cins arasındaki yakınlığı önlemeye yönelik mekanizmalardan birisi olduğunu öne sürer.<br />

Müslüman erkek, ümmetin düzenini korumakla görevlidir; bu bağlamda ahlâk kadının ve onun<br />

bedeninin denetlenmesiyle korunacaktır.<br />

Aile ve hısım‐akraba ilişkileri sadece şu anda yürürlükte olan yapılar olarak değil de, doğal,<br />

“normal” ve her yerde arzulanan yapılarmış gibi yeniden üretildiği ölçüde, “aile ideolojisi” de kendini<br />

yeniden üretmekte ve kadınların yaşamları üzerinde baskı kurabilmektedir. Çok eşli evlilik aslında,<br />

kadınları özel alanda kıstıran formlardan bir tanesidir. Sömürgeleştirilen ülkelerde, örneğin Afrika<br />

ülkelerinde misyonerler ve sömürgeci devlet eğitimleri vasıtasıyla çekirdek ailenin “doğal”,<br />

“arzulanan” aile biçimi olarak sunulması da aynı şekilde “aile ideolojisi” bağlamında anlaşılabilir. Kul<br />

hakkının içerdiği felsefi anlam, Tanrı karşısında insanın evrensel ve doğrudan sorumluluğudur. Ancak,<br />

kul hakkı kavramı, ataerkil toplumsal cinsiyet rejiminde, sosyal hayatta kadının erkek karşısında<br />

ikincilleştirilmesine engel olamamaktadır. Çünkü kul hakkı vicdanlara bırakılmıştır. Mernissi 8 İslami<br />

söylemin tarih boyunca köleler, azınlıklar ve kadınlar açısından, evrensellik ve eşitlik iddiaları<br />

karşısında sınırlılıklarına dikkatimizi çeker. İslam ümmeti içerisinde kadınlar, hukuki açıdan daha<br />

düşük bir kategori olarak algılana gelmiştir. Bu bağlamda kadınların hukuki açıdan ikincil statüsü ile<br />

felsefi anlamda tüm insanların eşitliği arasında bir çelişki ortaya çıkmaktadır. Günümüzde, Türkiye’nin<br />

de taraf olduğu ve tüm dünyada kabul edilen Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi<br />

Sözleşmesi, Kadınların İnsan Hakları yaklaşımında, kadınların somut yaşantılarından kaynaklanan ve<br />

cinsiyete dayalı ayrımcılık olarak kabul edilen örf, adet, gelenek ve din kaynaklı olabilen bazı<br />

toplumsal gerçeklerin dönüştürülmesini hedeflemektedir. Kadınların bu dünyada gerçek adalete<br />

kavuşmaları, onların birinci sınıf yurttaş haklarına sahip erkeklerle eşit bireyler olarak tahayyül<br />

edilebilmesinden geçmektedir. Sosyal adalet için gerekli olan minimum koşul ise, toplumumuzda<br />

bütün kızların eğitim seviyesinin yükseltilmesi; en azından, bugünkü koşullarda erkekler düzeyine

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!