30.05.2016 Views

sempozyum_bildiri_kitabi

sempozyum_bildiri_kitabi

sempozyum_bildiri_kitabi

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

...Haçlı Garp, Doğu’dan Batı’ya fikir dağarcıkları dolmuş olarak döndükleri zaman, bu<br />

uyanışın adına “Şarklılaşma” değil, “Rönesans” dediler. Zira ellerindeki malzemeyi, Greko‐<br />

Romen potasına atarak, medeniyetlerine şahsi hüviyet kazandırdılar. Öyle ki bu<br />

medeniyet, değirmen taşının arasına buğday olarak girip, un olarak çıkan bir başağın<br />

macerasını yaşamış bulunuyordu. Halbuki bir Türk rönesansı diyebileceğimiz Tanzimat’ın<br />

temelleri kurulurken, bu iflasın adına ‘Garplılaşma” denecekti. Milli karakteri yıkan ve<br />

millete de aşağılık duygusu ve bir Garp hayranlığı uyandıracak olan bu ters zihniyet, belli ki<br />

Türklük için pek pahalıya mal olacaktı. Aslına bakılırsa, bizim Garplılaşmaya değil, oluş ve<br />

yükseliş devirlerimizin zihni ve ruhi saffet ve ihlasını ihya etmeğe, “kelimetullah” aşkını<br />

uyandırmaya ihtiyacımız vardı. 9<br />

Ayverdi’ye göre, toplumların hars ve medeniyet mübadelesi kaçınılmaz olmakla birlikte adeta<br />

tabiatın bir kanunu gibidir. Komşu medeniyet ve kültürler tarih boyunca birbirleri ile alışveriş ve<br />

münasebette bulunmuşlardır. Eski çağlarda nasıl ki Yunan‐Roma medeniyeti, İran medeniyetiyle<br />

bazen yatışan bazen çatışan şiddetli bir mücadele içinde olduysa, birbirleri üzerine yürüyen bu<br />

kuvvetler birbirlerinden iktibas ve mübadeleler de yapmışlardır. Batının şarkla temasını yenileyen<br />

Haçlı Seferleri de, bir kültür ve medeniyet mübadelesiyle mahsul vermiş ve batı, Rönesansını ancak<br />

Bağdat, Suriye ve Mısır gibi şarkın kültür merkezleriyle temas ile yapabilmiştir. Fakat batı dünyası,<br />

gözünü açıp şark medeniyetini kendi coğrafyasında bir yeni çehre ile uyandırmayı aklına koyduğu<br />

zaman, bu hamlenin adına “şarklılaşma” dememiştir. Öyle ki, müstakil bir medeniyet yaratıcısı olmak<br />

kararında sonuna kadar direnmiş ve felsefesini Greko‐Romen köklerine bağlamıştır. Bu suretle de<br />

ilmi, fikri, san’atı, tekniği ve bilhassa kapitalizm çekirdeği etrafında toplanan iktisadi gücü ile yepyeni<br />

bir kisveye bürünerek dünyaya boy göstermiştir. Diğer taraftan Türkler, siyasi, iktisadi ve askeri<br />

zorlamalar dolayısıyla batı medeniyetinin tesiri altına girerek, kendi medeniyetinden uzaklaşmış,<br />

kayıtsız şartsız batıya adapte olmayı kurtuluş zannetmiş ve bu hamlenin adına da “garplılaşma”<br />

demiştir. 10<br />

Samiha Ayverdi, Osmanlı’nın kuruluş ve yükseliş devirlerindeki dönemden büyük bir özlem ile<br />

bahseder. Bu devirlerin “zihni ve ruhi saffet ve ihlasının ihya edilmesini” tek kurtuluş reçetesi olarak<br />

görür. Ayverdi, pozitivist ve materyalist düşüncenin Tanzimat ile topraklara girmesinin medeniyetin<br />

iflası tehlikesine kapı araladığını savunmuştur. O’nun için, “Tanzimat, madde ve mananın müşterek<br />

kuvvetleriyle harikalar yaratmış olan Osmanlı medeniyetini, bundan sonra yalnız pozitivist ve<br />

materyalist bir görüşe havale etmektir.” 11 Yani, İslami inancın sarsılması ile meydana gelecek bir<br />

medeniyet krizinin endişesi güdülmektedir. Buna paralel, Ayverdi, Avrupa Rönesansı’nın hareket<br />

noktası ve onun icraat aşamasında dinin yerini nasıl muhafaza ettiği üzerinde durur. Buna göre,<br />

Avrupa Rönesans’ını yaparken, devlet, haklı olarak, kiliseye ağır bir darbe vurmuştur; fakat, derhal<br />

dinin, toplum içindeki yerini takdir ve tayin ederek, bütün kuvvetiyle Hristiyanlık ruhunu yaşatmaya<br />

çalışmıştır. Bir Türk Rönesansı şeklinde algılanan Tanzimatla ise, batı medeniyeti safına yerleşmeye<br />

çalışılmış, manevi bağlar bir yük gibi atılmak suretiyle, sonu iflasa varacak bir çıkmaza doğru<br />

sürüklenilmiştir. 12<br />

Avrupa Rönesansı’nın inşasında kullanılan harcın milli kültür ve Hristiyanlık inancının karışımı ile<br />

elde edilmişken, bir Türk Rönesansı olarak ortaya çıkan Tanzimat’ın bu bilinçli tavrın bilincinde<br />

olmamasından yakınır Ayverdi. Avrupa, reformlarını yaparken, köklerine inip, kadim Yunan kültürünü<br />

referans almış ve derin bir kültür mirasının üzerinde kendini dönüştürmüştür. Avrupa, Greko‐Romen<br />

medeniyetine itaat etmiş ve bu boyun eğişin yanı sıra, en eski köklerini bulup, geçmişi hale aşılayarak<br />

inkılâbı değerlendirmesini bilmiştir. Türk reform sürecinde ise köklerini sökmek sureti ile işe girişilmiş,<br />

ve yapılan inkılap girişimleri netice vermemiştir.<br />

Ayverdi, bu reformları hazırlayanların birinci sınıf devlet adamı olduklarını, fakat batının hangi<br />

noktalarda örnek alınması gerektiği hususunda yetersiz olduklarını ve batı karşısında aşağılık<br />

psikolojisine kapıldıklarını savunur. O’na göre, bu devlet adamları Avrupa karşısında kendilerini aciz ve<br />

zavallı görmüşlerdir.“Garb’ın ‘Kendinden kaç, bana benze!’ emrinin gizli kumandasından silkinip,<br />

aşağılık duygusundan kurtulamamış ve kurtulmak içinde milli bir asabiyet gösterememişlerdir.” 13<br />

Esasen 19. yüzyılda başlayan reform sürecinin nasıl ve ne şekilde olması gerektiği aydınlar

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!