30.05.2016 Views

sempozyum_bildiri_kitabi

sempozyum_bildiri_kitabi

sempozyum_bildiri_kitabi

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

sanki sessiz bir anlaşmayla başka bir hanım tarafından himaye edilebiliyordu. Tabii, bizim burada<br />

bilebildiklerimiz genellikle olumlu örnekler (Maraş örneğinde, esas olarak akrabalarla görüştüğümüz<br />

için, anlatılardaki seçiciliğin daha ziyade bu yönde işlemiş olması da muhtemel); yani bu arada birçok<br />

kız çocuğu da ailesine geri gönderilmiş ve orada da barınamamış ya da her iki ailede de kötü muamele<br />

görmüş olabilir. Nitekim başka kentlerde yaptığımız görüşmelerde bu tür hikayeler de anlatıldı.<br />

Aslında evlatlık olarak veriliş ve aileye geliş öyküsü, genellikle iç parçalayıcı bir dille anlatılıyordu; çoğu<br />

zaman babalar aracılığıyla gerçekleşen “alış‐veriş”, zaman zaman öz annelerin isyanlarıyla, geri<br />

dönüşleri de içeren, kardeşlerden kopartan, kabullenilmesi son derece zor bir yazgı olarak<br />

anlatılıyordu. Maraş’ta dinlediğimiz hikayelerden birinde, iki kızın, ikizinden ayrılarak ayrı evlere<br />

evlatlık verilmesi söz konusu olmuştu; ikizlerin yıllar sonra buluşması ise yine ayrı bir iç parçalayıcı<br />

sahne olarak anlatılıyordu. Öz babanın ve ikinci derecede de annenin bağışlanamaması, orta yaş ve<br />

genç kuşak evlatlıklar için daha çok geçerli; yaşlı emektarlar ise genellikle gerçekten kimsesiz<br />

olduklarından çoğu kez kendilerine sahip çıkan aileden başka aile bilmiyorlar; ya da Türkiye’nin<br />

kuruluş sürecindeki yoksulluk nedeniyle benzer yazgıyı paylaşan birçok çocuk olduğu gerçeğini kabul<br />

ediyorlardı.<br />

Genç kuşaktan evlatlıklar ise kendi çocukluklarıyla çocuklarının hayatını karşılaştırıp, bugünkü<br />

çocukların hiçbir şeyden tatmin olmadıklarını ve her türlü istekleri yerine getirildiği halde sürekli<br />

sıkılma halinde ve mutsuz olduklarını vurguladılar. Aslında hemen hepsinin hayatı kendilerinden<br />

epeyce yaşlı ebeveynler ya da onların evlerindeki nene, büyükbaba gibi aile büyükleri, onların<br />

akrabaları arasında geçmişti; bir bakıma hem çocuk olmuş, hem de onların sağlığında, hastalığında,<br />

ölüm döşeğinde yanında, yamacında olduklarından çabuk olgunlaşmışlardı; bunları anlatırken bir<br />

yandan da kendi omuzlarına vaktinden önce bindirilmiş olan hayat yükünü kendi hayatlarının gerçeği<br />

olarak hatırlatıyor gibiydiler.<br />

Ev hanımlarının anlatısında, evlatlıklar, çeşitli nitelemelerle kategorize ediliyordu; örneğin, “O artık<br />

evlatlık değil, aileden biriydi” diye anlatılanlar, “emektarlar” ile hizmetçi statüsünde olanlar, ya da<br />

özellikle çocuksuz ailelerde “evin kızları” yerine konulanlar…Aşağıda Ayşe Durakbaşa’nın yengesiyle<br />

yaptığı görüşmeden edindiğimiz bilgileri aktarmak istiyoruz:<br />

Yengem (şimdi 80 yaşında) de hem kendi annesinin, Nadire Teyzemizin evinde, hem de<br />

gelin gittiği evde, (amcamla yengem teyze çocukları oldukları için) yani babaannemin<br />

evinde evlatlıklarla iç içe yaşamış. “Biz Fatik Ablamla hep beraber büyüdük; amcamın<br />

kızları filan giyinir kuşanır sinemaya, tiyatroya giderdi, Fatik Ablam”. Fatik Abla okula<br />

gitmemiş ama el becerileri ile evlendikten sonra örgü makinesiyle yaptığı kazak, ceket vs<br />

satarak evin geçimine katkıda bulunmuş. Kocası sağlık memuru imiş. Oğlu ODTÜ’de<br />

okumuş, Kıbrıs’ta öğretim üyesi olmuş. Kızlarından biri de savcı olmuş; diğer kızı ise Lise<br />

mezunuymuş; ne yazık ki intihar etmiş.<br />

Yengem de Maraş’ta oğlu küçükken bir kız almış (1960’lı yıllar); Nadire Teyze ve<br />

babaannemin babası Hacı Bey’in evinde yetişen evlatlıklardan Sabır Bacı getirmiş. Onunla<br />

ilgili yengemin ilk anlattığı şey kafasındaki bitlerdi; “Aman, Sabır Bacı Hamama götür de,<br />

öyle eve getir,” dedim diye anlattı; ama sanki bu kızdan bir hatırayı kovar gibi söz etti.<br />

Aslında bu anlatma tarzına çok rastladım; “evlatlık büyütmedim” diye söze başlayıp da<br />

aradaki başarısız denemelerden söz edenler çok oldu; hatta tahmin etmeyeceğimiz kişiler<br />

bile özellikle “çocuklarına akran olsun” düşüncesiyle bu tür denemelere girişmişlerdi.<br />

Birkaç yıl kalmış o kız; ama yengem hiç memnun kalmamış, küçük hırsızlıklarını anlattı;<br />

görgüsüz davranışlarından vs. rahatsız olmuş. “Olacak gibi değildi”, diyor yengem. Sonra<br />

babaannemin evine yollamış; “sonra da ne oldu, bilmiyorum”, diyor. Demek ki Maraş<br />

deyişiyle “araya gidenler” de olmuş; kendilerini yetiştiren aileler vasıtasıyla sosyalleşen ve<br />

sosyal bir ağın içine dahil olarak yükselenler olduğu gibi. Yengemin “evlatlık kurumu” ile<br />

yorumu aslında anlamlı: “O zamanki yoksul aileler, kızlarını seçkin ailelerin yanına vermeyi<br />

bir yükselme şansı, taltif olarak görüyorlardı. Şimdi artık köyden de gelse, kızlar cin gibi...<br />

Kızların gözü açık!”

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!