30.05.2016 Views

sempozyum_bildiri_kitabi

sempozyum_bildiri_kitabi

sempozyum_bildiri_kitabi

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

de bulundu. Bülent Ecevit’in varlığı öznellik ve deneyim konusunda yeniden düşünmemi sağlayan<br />

oldukça anlamlı sonuçlara yol açtı.<br />

Sözlü tarihin epistemolojik üstünlüğünü vurgulayan çalışmaların önemli öncelikleri arasında kendi<br />

sözünden mahrum bırakılmış toplumsal öznelere konuşma imkânını vermek, böylece toplumsal ve<br />

siyasal iktidar ilişkilerinin tarihini ezilenlerin gözünden aktarabilmek yer alır. Sözlü tarihin ya da<br />

feminist araştırmanın madun lehine kavramsallaşmış olması karşısında, siyasal ve toplumsal olarak<br />

ayrıcalıklı konumlarda bulunan ve bu konumları nedeniyle sessiz‐sözsüz olmayacakları varsayılan lider<br />

eşlerine odaklanmak ilk bakışta çelişkili gibi görülebilir. Hatta bu durumun aynı zamanda feminist<br />

bakış açısının öncelikli kıldığı kadın deneyimini bulanıklaştırdığı da söylenebilir. Bir yandan Paul<br />

Thompson, sözlü tarih açısından elitlerin anlatılarının da anlamlı ve değerli ve halen tam anlamıyla<br />

çalışılmayı bekleyen bir alan olduğunu söyleyerek bir meşruiyet alanı açmaktadır. 2 Ancak lider eşleri<br />

gibi siyasal olarak ayrıcalıklı güç ilişkilerine yakın kadınları araştırmaya yönelik ilgi analitik gücünü asıl<br />

olarak yine feminist bakış açısı içinden eleştirel bir doğrultuda yazan teorisyenlerin öznelliği<br />

kavrayışından alır. Kadınların feminist bilgiye ulaşmak yani ataerkil iktidar ilişkilerini analiz etmek ve<br />

dönüştürmek için ayrıcalıklı (avantajlı) konumda oldukları biçimindeki bakış açısı epistemolojisini<br />

eleştiren, buna karşılık toplumsal ve siyasal iktidarın insani deneyimin sonucu olduğunu varsayan yine<br />

feminist bakış açısı teorisinden kaynaklanan müdahale, bir çıkış yolu sunar. 3 Buradan hareketle<br />

feminist bakış açısı teorisinin özgün kapsamı dışından daha güncellenmiş bir tanım yapılmak istenirse<br />

kadınların öznelliklerinin içinde yer aldıkları özgün tarihsel ve kültürel koşullara yönelik olduğundan,<br />

hatta öznelliklerin bizzat kendi tarihlerinin bulunduğundan, bu nedenle öznelliği tarihselleştirmenin<br />

zorunluluğundan söz edilebilir. Böylece cinsiyete dair iktidar ilişkileri görünür hale gelebilir. Bu,<br />

başlangıçta feminist bakış açısının bilginin ve öznenin bağlamına yerleşmiş olduğu argümanını<br />

destekler, aynı zamanda onu aşar. Bu yönüyle siyasal lider eşlerinin özne konumu sembolik temsilini<br />

üstlendikleri cinsiyet rolleriyle, bizzat yaşayagelmekte ve deneyimlemekte oldukları ve bu nedenle<br />

kendi kendinin nesnesi olan cinsiyet kimlikleri arasındaki bağlantıda billurlaşır. Bunun hep sorunsuz<br />

bir bağlantı olduğunu söylemek mümkün değil; belirleyici olarak çatışmalı olmasa da, çoğu zaman<br />

çetrefilli ve karmaşık. Adalet Ağaoğlu’nun Mevhibe İnönü’nün vefatından sonra yazdığı yazı, bu<br />

çetrefilli ve karmaşık bağlantının neden hiç merak uyandırmadığını sorgular:<br />

O kadınlar neden iç dünyaları en az merak edilen kadınlar oldular? Neden derinden<br />

görülme, bilinme merakıyla yazılmadılar? Yazıldıklarında, salt toplumdaki misyonları<br />

açısından yazıldılar. Devlet adamı eşi, dernek başkanı, gönüllü hemşire, onbaşı, öğretmen,<br />

ilk avukat, sadık eş, iyi anne..Bir günden ötekine tam karşıtıyla değiştirilmesi gereken bir<br />

hayatın ortasında kendisi. Peki ama, işte o kendisi kimdi? Bunun yanıtını bulmak<br />

zorundayız. Çünkü Mevhibe Hanım, aynı zamanda da Batılılaşmaya adımlarını ilk attıkları<br />

sıralarda geçirdikleri sarsıntıları içine gömmüş, orada yaşamış bütün o kadınların bir<br />

simgesidir. 4<br />

1983 yılında, İsmet İnönü’nün ölümünün ardından tarihi Pembe Köşk müzeye dönüştürülmüştü.<br />

Pembe Köşk’ün tek başına taşıdığı tarihsel öneminin yanı sıra sahip olduğu koleksiyon da oldukça<br />

zengindir. Bu koleksiyonun büyük kısmı Mevhibe İnönü’nün yıllar içinde biriktirdiği mektuplar, eşyalar<br />

hatta elbise patronlarından oluşmaktadır. Sorulduğunda “benim hayatım da eşim ve çocuklarımla<br />

herkesinki gibi bir hayattı. İnsanlar neden merak ediyorlar, anlatacak bir şey yok ki?” diye cevap veren<br />

Mevhibe Hanım’ın bu koleksiyonu işte o kendisinin kim olduğunun ipuçlarını verir; aslında anlatacak<br />

ne çok şeyi olduğunu kanıtlar gibidir. 5<br />

Bu örnekte görüldüğü gibi çoğu zaman anlatının doğrudan ifade biçimlerinden söz edemeyiz.<br />

Burada örneğin hâlihazırda hatırı sayılır bir külliyat oluşturan Amerikan first lady’lerin<br />

otobiyografilerine anlatıların nitelikleri açısından bakarak benzerlikler üzerinden düşünmek mümkün<br />

olabilir. Genellikle resmi düzeyde olmasa da toplumsal ve siyasal roller üstlenen first lady’lerin tıpkı<br />

Mevhibe İnönü örneğindeki gibi otobiyografilerinde bu rollere ilişkin anlatılarının örtük ve dolaylı<br />

olduğu, ama geleneksel roller söz konusu olduğunda daha doğrudan ve açık bir anlatıyı kullandıkları<br />

görülür. 6 Dolayısıyla, anlatısal biçimler toplumsal cinsiyeti ve öznellikleri kuran iktidar ilişkilerine bağlı

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!