01.05.2013 Views

doğmunun 125. yılında mustafa kemal atatürk - Atatürk Araştırma ...

doğmunun 125. yılında mustafa kemal atatürk - Atatürk Araştırma ...

doğmunun 125. yılında mustafa kemal atatürk - Atatürk Araştırma ...

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

394<br />

ETHEM RUHİ FIĞLALI<br />

Bu yapısı ve bu kurumlarıyla Osmanlı Devleti, kesinlikle<br />

“teokratîk” bir devlet değildir. Eğer teokrasiden, başında Tanrı veya<br />

yarı-Tanrı olduğuna inanılan bir insanın bulunduğu bir din adamları<br />

veya rahipler teşkilâtı tarafından yönetilen ve devletin temel siyasi,<br />

idarî, hukukî yasalar veya düzenlemelerinin din kaynaklı olduğuna<br />

inanılan bir yönetim biçimi anlaşılıyorsa, Osmanlı Devleti’nin bir<br />

teokrasi olmadığı açıktır. Çünkü Osmanlı yönetim sınıfının böyle<br />

bir niteliği bulunmadığı gibi, Osmanlı’nın siyasi, idarî ve hukukî<br />

yasa ve düzenlemeleri de, özü itibariyle dinden kaynaklandığı kabul<br />

edilen yasa ve düzenlemeler değildir. Eğer yarı-teokrasiden din<br />

adamlarının yönetimde görev aldıkları, yasaların ve düzenlemelerin<br />

dine uygun olduğu, dinin siyasal yönetime belli bir meşruiyet<br />

sağladığı bir yönetim şekli kastediliyorsa, bu anlamda da onun bir<br />

yarı-teokrasi olduğu bile söylenemez. Ancak onun din ile devlet ve<br />

siyaset işlerinin kesin hatlarla bir birinden ayrılmış oldukları “laik”<br />

devlet türünde bir devlet olmadığı da açıktır. Bu durumda Osmanlı<br />

Devleti’nin, özellikle On dokuzuncu yüzyıldaki gelişmelerden sonraki<br />

sistemine, “dindar bir meşrutî rejim” denebilir. 26<br />

Gerçi Yavuz Sultan Selim’in 1517’de halifelik unvan ve kurumunu<br />

İstanbul’a taşımış olması, devletin daha dini bir vasıf kazandığı<br />

şeklinde bir kanaat uyandırıyorsa da o dönemlerde Osmanlı için<br />

ne halifelik ne de hilâfet kurumu önemli idi. Ne zaman ki Devlet,<br />

askerî, ekonomik ve fikrî yönden zayıflamaya yüz tuttu, o zaman bu<br />

kurumlardan, boş yere medet umulmaya başlandı.<br />

Esasen daha Kanunî zamanında Kadızâdeliler hareketi ile hangi<br />

boyutlarda olduğu açıkça görülen taassup, dinin yüzünü karartmış ve<br />

dinamizmini yok etmişti. Evrenin sırlarını çözmeyi, her türlü olumlu<br />

yeniliğe kapı açmayı, araştırma, öğrenme ve bilmeyi her müslüman<br />

üzerine “farz” derecesinde zorunlu kılan bir din, hak etmediği halde,<br />

yobazlığa ve geriliğe âlet ediliyor; kurulan rasathanelerin bile şerîata<br />

aykırılığı ileri sürülebiliyordu. “Gavûr icadı” yaftası yapıştırılan her<br />

yenilik, kâfirlikle eşdeğer kılınıyordu.<br />

Ama bu din istismarcılığına göz yumulamazdı. Aksi halde Osmanlı<br />

Devleti kendi çöküşünü hızlandırmış olurdu. Onun için askerî,<br />

26 Halil Cin-Ahmet Akgündüz, Türk-İslam Hukuk Tarihi I, İstanbul 1990,<br />

184.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!