22.03.2018 Views

Tam ilmihal Seadet-i Ebediyye - Huseyin Hilmi Isik - M. Siddik Gumus

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Yetmişiki fırka, sıfatları yok bilmekle, Allahü teâlâyı kusûrdan koruyor, Onu kâmil<br />

bilmiş oluyoruz diyor. Akllarınca kusûru kemâl sanarak, Kur’ân-ı kerîmden ayrılıyorlar.<br />

Allahü teâlâ, onları doğru yola, Kur’ân-ı kerîme kavuşdursun!<br />

Allahü teâlânın, bunlardan başka sıfatları, yâ i’tibârî [var kabûl edilen] veyâ selbî<br />

[bulunması câiz olmıyan]dir. Meselâ kıdem [varlığının evvelinde yokluk olmamak],<br />

ezeliyyet [varlığının başlangıcı olmamak] ve vücûb [yokluğu mümkin olmıyan]<br />

ve ülûhiyyet gibi. Meselâ, Allahü teâlâ cism değildir. Cismden değildir. Madde<br />

değildir. A’raz, ya’nî hâl değildir. Mekânı yokdur. Zemânlı değildir. Birşeye girmiş,<br />

bir yere yerleşmiş değildir. Hudûdlu, birşeyle çevrilmiş değildir. Bir tarafda,<br />

bir cihetde değildir. Birşeye mensûb değildir. Birşeye benzemez. Misli, ortağı ve<br />

zıddı yokdur. Anası, babası, zevcesi, çocukları yokdur. [Allah baba diyen kâfir olur.]<br />

Bunların hepsi mahlûkda, sonradan yaratılanlarda olan şeylerdir. Hepsi noksanlık<br />

ve kusûr alâmetleridir. Bütün bunlar, (Sıfât-ı selbiyye)dir. Bütün kemâl sıfatları,<br />

Allahü teâlâda vardır. Bütün noksan sıfatlar, yokdur.<br />

Allahü teâlâ küllîleri, cüz’îleri, büyükleri, zerreleri, âlimdir, bilir. Her gizliyi bilir.<br />

Yerlerde ve göklerde en küçük zerreleri bilir. Herşeyi yaratan, Odur. Yaratdıklarını<br />

elbette bilir. Yaratmak için, bilmek lâzımdır. Ba’zı zevallılar, zerreleri bilmez<br />

diyor. Zerreleri bilmemeği, kemâl, büyüklük sanıyor. Bunun gibi, Allahü teâlâ ister<br />

istemez, akl-ı fe’âl dedikleri birşeyi yaratmışdır diyerek bunu da, kemâl sanıyorlar.<br />

Bunlar, ne kadar câhildir ki, câhilliği kemâl sanıyor. Fizik ilminin tanıdığı kuvvetler<br />

gibi, ister istemez iş yapmağı büyüklük zan ediyorlar. Akl-ı fe’âl diye birşey<br />

uydurmuşlar. Herşey, bundan hâsıl oluyor diyorlar. Yerleri, gökleri ve bunlarda bulunan<br />

herşeyi yaratanı, kuvvetsiz, te’sîrsiz biliyorlar. Bu fakîre göre, dünyâda,<br />

bunlardan dahâ câhil ve dahâ alçak kimse yokdur. Ba’zıları da, bu ahmakları fen adamı,<br />

müsbet ilm sâhibi sanıp, birşey bilir zan ediyor ve doğru söyleyici sanıyorlar.<br />

Allahü teâlâ, ezelden ebede, ya’nî öndeki sonsuzdan, sonraki sonsuza kadar, bir<br />

kelâm ile söyleyicidir. Bütün emrleri, o bir sözdendir. Bütün yasakları, yine o bir<br />

sözdendir. Bunun gibi, bütün haberleri, süâlleri, hep o bir sözden çıkmakdadır. Tevrât<br />

ve İncîl kitâbları o bir sözü gösteriyor. Zebûr ve Kur’ân-ı kerîm de, o söze işâret<br />

ediyor. Bunun gibi, diğer Peygamberlere nâzil olan kitâblar ve sahîfeler, hep<br />

o bir sözün açılmasıdır. Ezel ve ebed, o sonsuzlukları ile berâber, o makâmda bir<br />

ân olunca, hattâ ân demek bile sığmaz ise de, başka kelime olmadığından ân deniliyor,<br />

o ânda bulunan söz de, elbette bir kelime, hattâ harf, belki de bir noktadır.<br />

Nokta demek de, ân demek gibi, başka kelime bulunmadığı içindir. Yoksa nokta<br />

demek de, yerinde olmaz. Allahü teâlânın kendindeki ve sıfatlarındaki genişlik<br />

ve darlık, bizim bildiğimiz ve alışdığımız gibi değildir. O, mahlûkların sıfatı olan<br />

genişlik ve darlıkdan münezzehdir, uzakdır.<br />

Allahü teâlâyı mü’minler Cennetde görecekdir. Fekat, nasıl olduğu bilinmiyen<br />

bir görmekle göreceklerdir. Nasıl olduğu bilinmiyeni, anlaşılmıyanı görmek de, nasıl<br />

olduğu anlaşılmıyan bir görmek olur. Belki, gören de, nasıl olduğu bilinmiyen<br />

bir hâl alır ve öyle görür. Bu, bir mu’ammâ, bir bilmecedir ki, bu dünyâda, Evliyânın<br />

büyüklerinden seçilmişlere bildirilmişdir. Bu derin, güç mes’ele herkese gizli<br />

iken, bunlara hakîkat olmuşdur. Bunu, Ehl-i sünnetden başka, ne mü’minlerin<br />

fırkaları, ne de kâfirlerin bir ferdi anlıyamamışdır. Bu büyüklerden başkası, Allahü<br />

teâlâ görülemez, demişdir. Bunlar, bilmedikleri şeyleri, gördükleri şeylere<br />

benzeterek düşündükleri için, yanılmışdır. Böyle benzetmelerin, ölçmelerin, bozuk<br />

netîce vereceği meydândadır. [Bugün birçok kimse de, bu yanlış ölçü ve benzetmekden<br />

dolayı îmânlarını gayb edip, ebedî felâkete sürükleniyor.] Bu gibi derin<br />

mes’elelerde îmân şerefine kavuşmak, ancak Muhammed aleyhisselâmın sünnetine<br />

[ya’nî yoluna] uymak ışığı ile nasîb olur. Allahü teâlâyı Cennetde görmeğe<br />

inanmak şerefinden mahrûm olanlar, bu se’âdete kavuşmakla nasıl şereflenebilir<br />

ki, (inkâr eden, mahrûm kalır) sözü meşhûrdur. Cennetde olup da görmemek<br />

– 104 –

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!