22.03.2018 Views

Tam ilmihal Seadet-i Ebediyye - Huseyin Hilmi Isik - M. Siddik Gumus

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

fakîr, ihtiyâcından fazla, nisâbdan az zekât alabilir. Altın ile gümüşün ve ticâret<br />

eşyâsının zekâtının fakîre veyâ fakîrin vekîline teslîm edilmesi lâzımdır. Başka yerlere,<br />

kurumlara verilen zekât, müslimân fakîrin eline geçmezse, zekât ödenmiş olmaz.<br />

Bir günlük yiyeceği bulunan kimsenin ve hiç yiyeceği yok ise de, sağlam, çalışacak,<br />

ticâret edecek hâlde olan kimsenin, yiyecek, içecek veyâ bunları almak için<br />

para istemesi, dilenmesi harâmdır. Bunun varlığını bilerek, istediğini vermek de<br />

harâmdır. İstemeden verilmesi ve verileni alması câizdir. Bu kimsenin yiyecek, içecekden<br />

başka ihtiyâclarını meselâ, elbise, ev eşyâsı, kirâ paraları istemesi câiz olur.<br />

Aç veyâ hasta olanın, oturacak evi olsa da, yiyecek istemesi câizdir. Bir günlük yiyeceği<br />

olan, olmasa da, çalışabilecek hâlde olan kimse, ilm öğrenmekle [veyâ öğretmekle]<br />

meşgûl ise, yiyecek istemesi, yine câiz olur. [İkinci kısmda, otuzsekizinci<br />

maddeye bakınız!] Parasını harâma sarf edene ve isrâf edene sadaka verilmez.<br />

BEYT-ÜL-MÂL — Uşr ve kırda otlıyan hayvanların zekâtı, fakîrlere verileceği<br />

gibi, beyt-ül-mâla da teslîm edilmesi câizdir. Beyt-ül-mâla verilmesi lâzım olan<br />

bir şeyi eline geçiren kimse, beyt-ül-mâldan hakkı varsa, bu şeyi kendi kullanır.<br />

Kendi hakkı yoksa, beyt-ül-mâldan hakkı olan bir müslimâna verir. Bu şeyi, beytül-mâla<br />

vermez. İbni Âbidîn, ikinci cild, ellialtıncı sahîfede buyuruyor ki, (Beytül-mâldan<br />

hakkı olan fakîrler, zekât me’mûrları, âlimler, mu’allimler, vâ’ızlar, din<br />

dersi öğrenen talebe, borclular, Ehl-i beyt-i nebevî, ya’nî seyyidler ve şerîfler, askerler,<br />

beyt-ül-mâl parası ellerine geçerse, hakları kadar almaları câizdir).<br />

(Bezzâziyye) fetvâsının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Halvânîden alarak diyor<br />

ki, (Elinde emânet bulunan kimse, sâhibi ölürse, emâneti vârislerine verir. Vârisleri<br />

yoksa, beyt-ül-mâla verir. Beyt-ül-mâla verince zâyı’ olacak ise, kendi kullanır<br />

veyâ beyt-ül-mâldan nasîbi olanlara verir).<br />

Zekât, fakîrlerin hayâtını, ihtiyâclarını, cem’ıyyetin tekeffül eylemesi, garanti<br />

etmesi demekdir. Bir şehrin bir köşesinde, bir müslimân, açlıkdan ölse, şehrdeki<br />

zenginlerden birinin, az bir zekât borcu kalsa, onun kâtili olur. Zekât, müslimânlar<br />

arasında, sigorta teşkilâtıdır. İslâmiyyet (beyt-ül-mâl) denilen sigortayı, şahsların,<br />

açıkgözlerin, kendi menfe’atlerini düşünenlerin eline bırakmamış, devletin<br />

emrine vermişdir. Bu sigorta, başka sigortalara benzemez. Fakîrlerden para istemez,<br />

zenginlerden alır. Zekât veren zenginlerin dünyâda malı artar. Âhıretde<br />

de, bol sevâb verilir. İslâm sigortası, her fakîre yardım eder. Bir âile reîsi ölünce,<br />

fakîr âilesine ma’âş bağlayıp, herkesi mes’ûd eder. İşte islâmiyyet, zekât ile, böyle<br />

sosyal bir sigorta kurmuşdur.<br />

İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh” buyuruyor ki: (Dört nev’ zekât malından<br />

ikisine, ya’nî zekât hayvanları ile toprakdan elde edilen mallara (Emvâl-i zâhire)<br />

denir. Bunların zekâtlarını, halîfenin me’mûrları gelip toplar. Bu me’mûrlara<br />

(Sâ’î) denir. Devlet, bu toplanan malı [ve (Âşir) denilen me’mûrların, yolcu tüccârdan<br />

aldıkları emvâl-i bâtına zekâtını] beyt-ül-mâlda saklayıp, yedi sınıfdan<br />

herbirine sarf eder. Zekât mallarından altın, gümüş ve ticâret eşyâsına (Emvâl-i<br />

bâtına) denir. Bunların mikdârını sâhibine sormak câiz değildir. Bunların zekâtını<br />

mal sâhibi, yedi sınıfdan dilediğine, kendi verir. Böyle verilmiş olan zekâtları,<br />

devlet ayrıca istiyemez. Bir şehrdeki zenginlerin hiç zekât vermedikleri anlaşılırsa,<br />

emvâl-i bâtınalarının zekâtını da devlet toplıyabilir. (Dıyâ-ul-ma’nevî) ve<br />

(Îzâh)da diyor ki, (Devlet beş malı alamaz: Emvâl-i bâtına zekâtı, fıtra, kurban,<br />

nezr ve keffâret).<br />

[Son zemânlarda, Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”<br />

büyüklüklerini anlıyamıyanlar çoğalmakdadır. Çünki, âlimi âlim anlar. Câhiller<br />

anlıyamaz. Din adamı geçinen câhiller, kendilerini âlim sanıyorlar. Birbirlerini,<br />

millete, islâm âlimi diye tanıtıyorlar. Biz, yalnız Kur’âna ve hadîslere inanırız<br />

diyerek, Selef-i sâlihînin ictihâdlarını beğenmiyorlar. Kur’ân-ı kerîmden ve<br />

– 309 –

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!