22.03.2018 Views

Tam ilmihal Seadet-i Ebediyye - Huseyin Hilmi Isik - M. Siddik Gumus

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

söylediğimiz kadar îmân etmek yetişir.<br />

Tevekkül, ne demekdir? Tevekkül, kalbde hâsıl olan bir hâldir. Tevhîde ve Allahü<br />

teâlânın lutf ve ihsânının pekçok olduğuna îmân etmekle hâsıl olur. Bu hâl,<br />

kalbin vekîle i’timâd etmesi, güvenmesi ve Ona inanması ve Onun ile râhat etmesidir.<br />

Böyle bir insan, dünyâ malına gönül bağlamaz. Dünyâ işlerinin bozulmasından<br />

üzülmez. Allahü teâlânın, rızkı göndereceğine güvenir. Dünyâda, bunun benzeri,<br />

bir kimseye iftirâ edip, mahkemeye verseler, kendine bir avukat tutar. Üç şeyde<br />

avukata güvenirse, bu kimsenin kalbi râhat olur. Biri, avukatın, iftirâyı, hîleyi<br />

iyi bilmesi. İkincisi, bildiğini iyi anlatmak için doğruyu söylemekden çekinmemesi<br />

ve iyi ve açık konuşabilmesi. Üçüncüsü, avukatın, buna acıyıp, hakkı kurtarmağa<br />

cândan uğraşmasıdır. Avukatına, böyle inanır, güvenirse, kendisi ayrıca uğraşmaz.<br />

Sûre-i Âl-i İmrândaki 173.cü âyet-i kerîmenin, (Allahü teâlâ bize yetişir. O,<br />

çok iyi vekîldir) meâlini iyi anlayıp, herşeyi Allahü teâlâ yapar. Ondan başkası birşey<br />

yapamaz diyen, ilminde, kudretinde noksân, kusûr olmadığına ve rahmetinin,<br />

iyiliğinin sonsuz, çok olduğuna inanan bir kimse, Allahü teâlânın fazlına i’timâd<br />

ederek tedbîre, sebeblere güvenmez. Rızk takdîr edilmiş, ayrılmışdır, vakti gelince<br />

bana yetişir der. Allahü teâlâ, bana, kendi büyüklüğüne, merhametine yakışacak<br />

işleri yapar der. Ba’zı kimseler, buna inanır. Ammâ, içinde bir korku, bir<br />

ümmîdsizlik bulunur. Çok kimse vardır ki, birşeye îmân eder, inanırlarsa da, tabî’atleri,<br />

îmânlarına uymayıp, evhâm ve hayâllere uyar. Hattâ bu hayâllerin yanlış<br />

olduğunu bildiği hâlde, yine bunlara tâbi’ olur. Meselâ, tatlı yirken, başka biri<br />

tatlıyı pis birşeye benzetirse yiyemez. Bu sözün yanlış olduğunu, pisliğe benzemediğini<br />

bildiği hâlde, yine yiyemez. Ve meselâ, ölü bulunan bir odada, yalnız yatamaz.<br />

Ölünün taş gibi olup hareket edemiyeceğini bildiği hâlde, yatamaz. Görülüyor<br />

ki, tevekkül için, hem kuvvetli îmân, hem de kuvvetli kalb lâzımdır. Böylece,<br />

kalbinde şübhe kalmaz. İ’timâd ve râhatlık tam olmadıkca, tevekkül tam olmaz.<br />

Çünki, tevekkül, kalbin, her işde, Allahü teâlâya i’timâd etmesi, güvenmesi demekdir.<br />

İbrâhîm aleyhisselâmın îmânı, yakîni tam idi. Fekat kalbinin râhat etmesi için,<br />

(Yâ Rabbî! Ölüleri nasıl diriltiyorsun? Bana göster!) dedi. Sûre-i Bekarada 260.cı<br />

âyet-i kerîmede bildirdiği gibi, (İnanmadın mı?) buyuruldukda, (İnandım. Fekat<br />

kalbim râhat etmek için istedim) dedi. Kalbinde yakîn vardı. Fekat, kalbinin, sükûnet,<br />

râhatlık bulmasını istedi. Çünki, kalbin râhat etmesi, önce his ve hayâle bağlı<br />

olup, sonra kalb de, yakîne tâbi’ olur ve artık açıkdan görmeğe muhtâc olmaz.<br />

TEVEKKÜLÜN DERECELERİ — Tevekkülün üç derecesi vardır:<br />

Birinci derecede olan, gayretli, açık konuşan, cesûr ve merhametli bir avukata<br />

güvenen bir kimse gibidir.<br />

İkinci derecede bulunan kimse, bir çocuğa benzer. Çocuk kendine verilen herşeyi,<br />

annesi gönderdi sanır. Acıkınca annesini arar. Korkunca annesine sığınır. Çocuğun<br />

bu hâli, kendiliğinden olup, başkasının öğretmesi ile, zorla değildir. İhtiyârı<br />

ile değildir. Bu derecede bulunan kimsenin, kendi tevekkülünden haberi olmaz.<br />

Çünki, vekîlini kendinden ayrı bilmez. Birinci derecede bulunan ise, tevekkülünü<br />

bilir ve zor ile, ihtiyârı ile tevekkül eder.<br />

Üçüncü derecede bulunan kimse, yıkayıcının elindeki, ölüye benzer. Kendisini,<br />

Allahü teâlânın kudreti ile hareket eden bir ölü gibi görür. Derd ve acılarla karşılaşırsa,<br />

kurtulmak için düâ bile etmez. Hâlbuki bebek, cânı acıyınca anasını çağırır.<br />

Bu, öyle bir çocuğa benzer ki, annesini çağırmaz. Çünki annesinin, hep ona<br />

bakdığını, imdâdına koşmağa hâzır olduğunu bilir.<br />

Bu üçüncü derecede bulunanların da ihtiyârları ellerinde değildir. Fekat, ikinci<br />

derecedekiler vekîle koşar, yalvarır. İhtiyâr, birinci derecede vardır ve vekîlin<br />

istediği âdetlere, sebeblere yapışmakdır. Meselâ, avukatın âdeti, bu bulunmadıkca<br />

ve dosya hâzır olmadıkca, mahkemeye gelmez ise, bu sebebleri hâzırladık-<br />

– 683 –

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!