22.03.2018 Views

Tam ilmihal Seadet-i Ebediyye - Huseyin Hilmi Isik - M. Siddik Gumus

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

tü olmaz. Onları tanıyanlar mahrûm kalmaz) buyuruyor.<br />

O büyükleri, yalancılardan ayıran farkların en açığı, her sözlerinin, hareketlerinin<br />

islâmiyyete uygun olması, yanlarında bulunanların kalblerinde, Allahü teâlânın<br />

korkusu ve sevgisi hâsıl olmasıdır ve başka şeylerden soğumalarıdır. Evliyâ ile<br />

münâsebeti olanlarda, bu alâmetler hâsıl olur. Münâsebetleri olmıyanlar, zâten herşeyden<br />

mahrûmdur. Fârisî beyt tercemesi:<br />

İyiliğe elverişli olmıyan kimse,<br />

fâidelenemez, Peygamberi de görse.<br />

[(Reşehât)da, Ubeydüllah-i Ahrâr “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” buyuruyor<br />

ki: ((Himmet etmek), Allahü teâlânın ismleri ile münâsebeti olan bir zâtın, kalbinde<br />

yalnız bir işin yapılmasını bulundurması demekdir. Bu şeye teveccüh eder.<br />

Kalbine bundan başka hiçbir şey getirmez. Yalnız, o işin yapılmasını ister. Allahü<br />

teâlâ da o işi yaratır. Allahü teâlânın âdeti böyledir. Kâfirlerin himmet etdikleri<br />

şeylerin de hâsıl oldukları görülmüşdür. Allahü teâlâ, bana bu kuvveti ihsân<br />

etmişdir. Fekat, bu makâmda edeb lâzımdır. Edeb de, bendenin kendisini Hak teâlânın<br />

irâdesine tâbi’ etmesidir. Hakkı kendi irâdesine tâbi’ etmemekdir. Hak teâlânın<br />

fermânına muntazır olmakdır. İrâdesi te’alluk edip fermân buyurunca,<br />

himmet etmekdir). Übeydüllah-i Ahrârın oğlu hâce Muhammed Yahyâ buyurdu<br />

ki: (Tesarruf sâhibleri üç nev’dir: Bir kısmı, Allahü teâlânın izni ile, her istedikleri<br />

zemânda, diledikleri kimselerin kalbinde tesarruf ederek, onu fenâ makâmına<br />

erişdirirler. Ba’zısı, Allahü teâlânın emri olmadan tesarruf etmez. Emr olunan<br />

kimseye teveccüh ederler. Bir kısmı ise, kendilerine bir sıfat, bir hâl geldiği zemân<br />

kalblere tesarruf ederler)].<br />

Kıymetli mektûbunuzda, zemânımız pâdişâhının islâmiyyete ehemmiyyet verdiğini,<br />

adâleti, Allahü teâlânın emrlerini yerine getirdiğini yazıyorsunuz. Bunları<br />

okuyunca, pek fazla sevindik. Allahü teâlâ, memleketleri, devlet reîslerinin<br />

adâlet ışığı ile nûrlandırdığı gibi, islâm dînini de, onların himâye ve yardımları ile<br />

kuvvetlendirir. Sevgili kardeşim! (İslâmiyyet, kılıncın himâyesi altında) buyuruldu.<br />

Ya’nî, islâm dîninin yayılması, yapılması, devlet reîslerinin yardım ve himâyesine<br />

bağlıdır. [Devlet kuvvetli oldukca, herkes malından, canından emîn olur.<br />

İbâdetlerini râhatlıkla, huzûr içinde yapar. Avrupa, Amerika gibi kâfir memleketlerinde<br />

insan haklarına mâlik olan, dînî vazîfelerini serbestce yapan müslimânların<br />

da, kendilerine hürriyyet veren devlete, kanûnlara karşı gelmemeleri, fitneye,<br />

anarşiye sebeb olmamaları, vergilerini, borçlarını zemânında ödemeleri, devlete<br />

yardımcı olmaları lâzımdır. Ehl-i sünnet âlimleri böyle olmamızı emr etmekdedirler.]<br />

Ne yazık ki, Hindistânda, devletin müslimânları himâye etmesi, çok zemândan<br />

beri gevşemiş idi. Müslimânlık da za’îflemişdi. Hind kâfirleri, sıkılmadan, câmi’leri<br />

harâb etmiş, buraları, kendi tapınma ve oyun yerleri hâline çevirmişdi. Mubârek<br />

insanların mezârlarını yıkıp, yerlerini park yapmışlardı. Kâfirler, her günâhı,<br />

kâfirlik alâmetini açıkça işliyor, müslimânlar, Allahü teâlânın emrlerini yerine<br />

getirebilmek için, zorluklarla karşılaşıyordu. Hind kâfirlerinin bayramlarında,<br />

yimeleri, içmeleri yasak olduğundan, müslimân şehrlerinde, fırınların, aşçıların ekmek,<br />

yemek satmasına mâni’ oluyorlardı. Mubârek Ramezân ayında, umûmî yerlerde,<br />

oruclular karşısında, çılgınca yiyip içiyorlardı. Müslimânlar, birşey söyliyemiyordu.<br />

Yazıklar olsun ki, devlet adamları bizden olduğu hâlde, böyle za’îf ve zevallı<br />

hâle düşmüşdük. İdârecilerin kıymet verdikleri zemânlarda, islâmiyyet parlamış,<br />

âlimlerin yüksekleri, Sôfiyyenin büyükleri “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”,<br />

herkesden sevgi ve saygı görmüşdü. Devletden aldıkları kuvvet ile, islâmiyyetin<br />

yayılmasına çalışmışlardı. İşitdiğime göre, sâhibkran emîr Tîmûr “aleyhirrahme”,<br />

Buhârâ caddesinden geçerken, uzakda, birçok kimsenin halı silkdiklerini<br />

görüp, merâkla sormuş. Hâce Muhammed Behâeddîn-i Buhârî “kuddise sir-<br />

– 751 –

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!