22.03.2018 Views

Tam ilmihal Seadet-i Ebediyye - Huseyin Hilmi Isik - M. Siddik Gumus

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

eblere yapışmamak, tevekkül değil, delilik, ahmaklık olur. Meselâ, aç iken, birşey<br />

yimeyip, Allah isterse beni yimeden doyurur veyâ ben elimi sürmeden ekmeği,<br />

yemeği ağzıma gönderir demek ve nikâh etmeden, evlenmeden, bana çocuk verir<br />

demek, tevekkül değil, abdallıkdır. Tecribe ile anlaşılan, sebeblere bağlı işlerde<br />

tevekkül, sebebi bırakmak değildir. İlm ile ve hâl ile tevekkül etmekdir. İlm ile<br />

tevekkül, açlıkdan kurtulmak için sebebleri, ya’nî eli, ağzı, dişi, mi’deyi, hazm [sindirim]<br />

sebeblerini, yemekleri, ekmeği, fizyolojik hareketleri, hep Allahü teâlâ yaratmış<br />

olduğunu bilmekdir. Hâl ile tevekkül, kalbin, Allahü teâlânın ihsânına<br />

güvenmesi, yimeğe, ele, ağıza, sıhhate güvenmemesidir. El, bir ânda felc olabilir.<br />

İnsan birgün, hazm hastalıklarına tutulabilir. Yemek, fâideli olmıyabilir. O hâlde,<br />

gıdânın yaratılmasında ve önüne gelmesinde, hazm edilmesinde kendi hareketine,<br />

kuvvetine değil, Allahü teâlânın fazlına, iyiliğine güvenmelidir.<br />

II — İkinci kısm sebebler: Te’sîri yüzde yüz olmayan, fekat çok def’a lâzım olan<br />

sebeblerdir. Böyle sebebleri terk etmek de, tevekkül değildir. Meselâ, yola giderken<br />

yiyecek ve içeceği berâber almak, çok zemân fâideli ise de, ba’zan böyle sebeblere<br />

lüzûm kalmaz. Böyle sebeblere yapışmak, Peygamberimizin “sallallahü<br />

aleyhi ve sellem” sünneti ve âlimlerimizin âdeti idi. Tevekkül bu sebeblere güvenmemekdir<br />

ki, ba’zan fâideleri olmaz. Sebebleri yaratana ve gönderene güvenmelidir.<br />

Böyle sebebleri bırakmak günâh değildir. Tevekkülün çok olmasındandır. Demek<br />

ki, yimemek, içmemek günâhdır. Yolcunun yiyecek taşımaması günâh değildir.<br />

Fekat, günâh olmaması için iki şart vardır: Birkaç gün açlığa dayanabilecek kadar<br />

kuvvetli olması ve yolda bulunan şeyleri yimeğe alışık olmasıdır. İbrâhîm-i Havvâs<br />

“kuddise sirruh” tevekkül sâhibi idi. Uzak yolculukda, yiyecek almaz, fekat iğne,<br />

çakı, ip, kova alırdı. Çünki bunlar, yüzde yüz te’sîr eden, ya’nî her zemân fâidesi<br />

olan sebeblerdir. Çünki çölde, kuyudan su, ipsiz ve kovasız çıkmaz. Elbise yırtılınca<br />

iğnenin işini, başka birşey yapamaz. Tekrâr bildirelim ki, te’sîri kat’î olmıyan<br />

sebebleri de terk etmek tevekkül değildir. Sebebe yapışmak ve sebebe değil,<br />

Allahü teâlâya güvenmek tevekküldür. Demek ki, şehrlerden uzak, bir mağarada<br />

oturup tevekkül ediyorum demek harâmdır. Kendini ölüme atmak demekdir.<br />

Allahü teâlânın âdetine, kanûnuna karşı gelmek demekdir. Böyle kimsenin hâli,<br />

bir kimseye benzer ki, avukat tutar ve avukatının âdeti, dosyayı, kâğıdları okumadan<br />

mahkemeye gitmez olduğunu bildiği hâlde, dosyayı avukata vermeden, avukata<br />

tevekkül eder. Vaktîle bir kimse, zâhid olmak, dünyâdan el çekmek ister. Dağda<br />

bir mağaraya girip, tevekkül eder, rızk bekler. Günler geçdiği hâlde, birşey gelmez.<br />

Açlıkdan öleceği sırada, Allahü teâlâ, o zemânın Peygamberine “aleyhissalâtü<br />

vesselâm” emr eder ki, git, o ahmak adama söyle! Şehre girip insanlar arasına<br />

karışmazsa, onu açlıkdan öldürürüm. O, benim âdetimi bozmak mı istiyor? Peygamber<br />

haber verince, şehre gelir. Şehrde, her tarafdan birşey getirilir. (Kullarımın<br />

rızkını, doğrudan doğruya göndermeyip, kullarımın eli ile, onlara göndermeği<br />

severim) meâlindeki âyet-i kerîme meşhûrdur. Bir kimsenin, şehrde saklanıp veyâ<br />

evinde kapanarak, tevekkül etmesi harâmdır. Kat’î olan sebebleri bırakmak câiz<br />

değildir. Şehrde, evin kapısını kapamaz veyâ gelenlere açarsa, tevekkül etmiş<br />

olursa da, aklı kapıda olmamak, birşey getiren var mı diye düşünmemek lâzımdır.<br />

Kalbi Allahü teâlâ ile olmalı. İbâdet ile meşgûl olmalıdır. Hiçbir sebeb görünmese<br />

de, rızkın kesilmiyeceğini iyi bilmelidir. İnsan, rızkından kaçarsa, rızkı onu kovalar<br />

demişlerdir ki doğrudur. Bir kimse, cenâb-ı Hakka, yâ Rabbî! Bana rızk verme<br />

diye düâ etse, Allahü teâlâ buyurur ki, (Ey câhil! Seni yaratdım. Rızkını vermez<br />

miyim?). O hâlde, tevekkül etmek, sebeblere yapışmak, fekat sebeblere değil,<br />

sebebleri yaratana güvenmek demekdir. Herkes, Allahü teâlânın rızkını yimekdedir.<br />

Fekat, bir kısmı dilencilik zilletini, aşağılığını çekerek, bir kısmı da [meselâ<br />

esnâf, tüccâr] beklemek sıkıntısını çekerek, ba’zıları da [san’at sâhibleri, işçiler]<br />

yorularak, bir kısmı ise [meselâ ilm adamları], izzet ile, râhatca, Allahü teâlâdan<br />

– 685 –

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!